Binlerce yıllık kültür birikimi ve 3 kıtaya uzanan sınırları ile Osmanlı İmparatorluğu elbette kendine özgü bir yemek kültürü yaratmıştır. Günümüzde Osmanlı Mutfağı ile ilgili olarak bilgi alınabilecek çok az kaynak var. Bunda Osmanlı’ larda yemek içmekten fazlaca bahsedilmesinin ayıp olduğu inancı oldukça etkin. Ancak Osmanlı Mutfağı’ nın dünyadaki en önemli 3 mutfak arasında yer aldığı da su götürmez bir gerçek.
Osmanlı Mutfağı’ nın zenginliği, 3 kıtaya yayılan bir devletin bu topraklardaki ve denizlerdeki her türlü besin maddesinden faydalanmasından ve değişik insan topluluklarının beslediği bir kültür mozaiğinden ibaret olmasından ileri gelir.
Osmanlı Mutfağı oldukça hafif bir mutfaktı. Tatlı – ekşi – acı bir arada kullanılır, günümüzde Avrupa ve Asya mutfaklarında sıkça görülen meyve ve et birlikteliklerine sıkça rastlanırdı. Özellikle Saray’ da çeşnicibaşı ve hekimbaşı nezaretinde sağlık ve damak tadına çok dikkat edilerek oluşan çeşniler yurt içinde yayılarak yaygınlaşmıştır.Artun Ünsal Nimet Geldi Ekine adlı kitabında Osmanlı Döneminde ekmek kültüründen söyle bahseder :
“Osmanlı döneminde, İstanbul'un günlük ekmek ihtiyacı için buğdaylar devletin depolarında saklanır, un emrinin teftiş edildiği Unkapanı'nda tartılan un, imaretler, kışlalar, kent fırınlarına taşınırdı. Ekmeğin fiyatı devlet tarafından belirlenirdi Hileyle eksik ekmek çıkartan fırıncılara para cezası, halkın önünde falakaya çekilme, fırın önünde kulağından duvara mıhlanma gibi cezalar verilirdi. Ekmek , tabbah ve elekçiler tarafından hazırlanıp pişirilirdi. Pişirilen ekmeği muhafaza eden kişi Kilercibaşıydı. İstanbullu ekmekçilerin ve uncuların ambarlarında altı aylık zahire bulundurma zorunluluğu vardı. Fırıncı esnafı her gün halis beyaz ekmek hamuru yoğurmak, kıvamında pişirmek, doğru tartmak ve belirli bir fiyattan satmak zorundaydı. Fırıncı hiçbir nedenle fırınını kapatamazdı. Kefilsiz ekmekçilik yapılamıyordu. Fırıncı bir suç işlerse kefili de sorumlu tutuluyordu. Eğer kadı uygun görürse, fırıncı işini başkasına satmak ve devretmek zorundaydı.” TarihiYerler
(Kaynak : kultur.gov.tr)
Osmanlı Mutfağı’ nın zenginliği, 3 kıtaya yayılan bir devletin bu topraklardaki ve denizlerdeki her türlü besin maddesinden faydalanmasından ve değişik insan topluluklarının beslediği bir kültür mozaiğinden ibaret olmasından ileri gelir.
Osmanlı Mutfağı oldukça hafif bir mutfaktı. Tatlı – ekşi – acı bir arada kullanılır, günümüzde Avrupa ve Asya mutfaklarında sıkça görülen meyve ve et birlikteliklerine sıkça rastlanırdı. Özellikle Saray’ da çeşnicibaşı ve hekimbaşı nezaretinde sağlık ve damak tadına çok dikkat edilerek oluşan çeşniler yurt içinde yayılarak yaygınlaşmıştır.Artun Ünsal Nimet Geldi Ekine adlı kitabında Osmanlı Döneminde ekmek kültüründen söyle bahseder :
“Osmanlı döneminde, İstanbul'un günlük ekmek ihtiyacı için buğdaylar devletin depolarında saklanır, un emrinin teftiş edildiği Unkapanı'nda tartılan un, imaretler, kışlalar, kent fırınlarına taşınırdı. Ekmeğin fiyatı devlet tarafından belirlenirdi Hileyle eksik ekmek çıkartan fırıncılara para cezası, halkın önünde falakaya çekilme, fırın önünde kulağından duvara mıhlanma gibi cezalar verilirdi. Ekmek , tabbah ve elekçiler tarafından hazırlanıp pişirilirdi. Pişirilen ekmeği muhafaza eden kişi Kilercibaşıydı. İstanbullu ekmekçilerin ve uncuların ambarlarında altı aylık zahire bulundurma zorunluluğu vardı. Fırıncı esnafı her gün halis beyaz ekmek hamuru yoğurmak, kıvamında pişirmek, doğru tartmak ve belirli bir fiyattan satmak zorundaydı. Fırıncı hiçbir nedenle fırınını kapatamazdı. Kefilsiz ekmekçilik yapılamıyordu. Fırıncı bir suç işlerse kefili de sorumlu tutuluyordu. Eğer kadı uygun görürse, fırıncı işini başkasına satmak ve devretmek zorundaydı.” TarihiYerler
(Kaynak : kultur.gov.tr)