18 Şubat 2010 Perşembe

Puslu sularıyla Bursa’nın dingin zamanlara açılan kapısı Uluabat Gölü’nün üzerinde yeşil bir yarımadaya kurulmuş, küçük bir balıkçı köyü Gölyazı.





İznik Golü ile birlikte Bursa’nın iki mavi gözünden biri olan Apolyont’a, zamanın hızlı akmadığı çok eski bir göl köyüne gidiyoruz. Toprağı eşelesen tarihin fışkıracağı köyde, hayatın kaderini gölün dingin ve puslu suları çiziyor. Balıkçı kadınlarıyla ünlü köyün sazlıklarından yayılan hışırtılar, insanı geçmişin hikâyelerine götürüyor. Gölyazı, konuklarına telaşsızlığı ve sakinliği yeniden öğretiyor...



ZAMANIN AKMADIĞI YER



Bursa’dan İzmir’e uzanan karayolunun 35. kilometresindeki Gölyazı levhaları, zeytinlikler eşliğinde kıvrıla kıvrıla Apolyont’un kıyısına çıkarıyor yolcularını. Uluabat Gölü ya da eski adıyla Apolyont’a uzanmış ince uzun bir yarımadanın üzerine kurulu kırmızı kiremit çatılı evleriyle Gölyazı, zarif bir kadının boynundaki alımlı bir kolyeyi andırıyor ilk bakışta. Gölün kuzey kıyısında, küçük bir yarımada ile hemen karşısındaki adacığın üzerine kurulan köyün iki yakası, ince uzun bir taş köprüyle birbirine bağlanıyor. Modern zamanlara inat Gölyazı’da son sözün hâlâ doğada olduğu açıkça görülebiliyor. Tektonik bir çöküntü sonucu oluşmuş, 156 kilometrekare büyüklüğündeki Uluabat, en derin yeri 10 metreyi geçmeyen sığ bir göl. Kış aylarında dört metre kadar yükselen göl suları, köyün iki mahallesini birbirine bağlayan yarımadayı daraltarak bir ada görünümüne büründürüyor. Apolyont’a yolunuz kıyılarının kır çiçekleriyle kaplandığı ilkbahar aylarında düşerse, onu ömrünüzde hiç görmediğiniz kadar çok kuş türüyle tanıştığınız yer olarak hatırlayacaksınız muhtemelen. Kıyıları, tahıl tarlaları ve meyve bahçeleriyle çevrili gölün sığ suları, su kuşları için çok zengin bir besin kaynağı sunuyor. Göçmen kuşların önemli geçiş yollarından biri olan göl, kapı komşusu Manyas Kuş Cenneti ile birlikte yaban hayatı için eşsiz bir ekosistem oluşturuyor.





Uluslararası Ramsar Sözleşmesi ile koruma altına alınan Uluabat Gölü, çevresinde barındırdığı nadir bulunan kuş ve canlı türlerinin yanı sıra, içinde barındırdığı balık türleri ve su canlılarıyla da önemli bir doğal alan. 90’lı yılların sonunda ‘ölüyor’ denilen göl, doğaseverlerin uzun soluklu çalışmaları sonucu hayata döndürülmüş. Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı tarafından ‘yaşayan göl’ ilan edilen Uluabat; küçük karabatak ve bıyıklı sumrunun Türkiye’deki en önemli yaşam alanı kabul ediliyor. Alacabalıkçıl, kaşıkçıl, patka, gecebalıkçılı, çeltikçi, sakarmeke ve kızılgerdan gibi nadir görülen kuş türlerinin de barınağı.





SANDAL YAŞAM DEMEK



Gölyazı’da, gözün gördüğü tüm açılara rengârenk sandallar yerleştirilmiş. Her üç evden birinde sandal olması, balıkçılığın önemli bir geçim kaynağı olduğunun kanıtı. Ağ onarmak, sandal boyamak, olta hazırlamak, balık almak ya da satmak günlük yaşamın olağan bir parçası. Köy kahvesi, yaşlı balıkçıların gençlere av deneyimlerini öğrettiği bir okul işlevi görüyor. Hastaları doktora yetiştiren, bahçe mahsulünü evlere ve pazarlara taşıyan, sevgilileri birbirine kavuşturan ve çocukları gezdiren sandallar, Gölyazı halkı için hayatın ta kendisi demek...





APOLLON’UN DÜŞÜ



1920’li yıllara kadar küçük bir Rum köyü olan Gölyazı’nın kuruluşu, 2 bin 500 yıl öncesine uzanıyor. Adını kehanet tanrısı Apollon’dan alan Apollonia’nın antik temelleri üzerine kurulan köy, sadece doğaseverlerin değil; tarih meraklılarının da ilgisini çekecek köşeler saklıyor. Şimdiki yerleşimi çevreleyen 800 metre uzunluğundaki antik surlarda, Helenistik kapı ve kule kalıntılarına rastlamak mümkün. Roma döneminden kalma 4 bin kişilik antik tiyatro, güney yamaçtaki Zambaktepe’de; antik su kemeri ve mezar yapıları, Deliktaş mevkiinde yer alıyor. Henüz arkeolojik kazı çalışması yapılmamış asıl esrarengiz antik kalıntılar ise, Gölyazı çevresindeki adacıklarda gizli. Yörede bulunmuş sikkelerde tasvir edilen Apollon Tapınağı’ndan kalma harabelerin, antik kentin 500 metre kadar kuzeyindeki Kız Adası üzerinde yer aldığı yaygın bir rivayet. Bölgedeki kazılarda ortaya çıkarılmış antik yapı parçaları, heykel ve sikkeler Bursa Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor.





Gölyazı’nın tarih yüklü sokaklarında gezinirken yöre halkından dinleyebileceğiniz ilginç bir de öyküsü var bölgenin. Rivayete göre; Apolyont’un en eski sahibi olan Apollonia Kralı’nın çok güzel bir kızı varmış. Günün birinde, komşu krallık Melde’nin prensi güzel kraliçeye âşık olmuş. Ancak prensesin gönlü olmadığı için, varmamış prense. Kral, Apolyont Gölü kıyısındaki bir tepe üzerine saray yaptırarak orada saklamış kızını. Buna çok sinirlenen Melde Kralı, Mustafakemalpaşa Nehri’nin yatağını değiştirterek, Apollonia’nın sular altında kalmasına yol açmış. İşte bugünkü Gölyazı Yarımadası da tarihteki bu su baskını nedeniyle oluşmuş. Nihayetinde bir aşk hikâyesi sonucu oluştuğuna inanılıyor Gölyazı’nın…





TENEKELERDEN FIŞKIRAN ÇİÇEKLER



Yapılan araştırmalar, eski köy evlerinin pek çoğunun yapımında antik çağdan kalma taşlar kullanıldığını kanıtlamış. Taş ve ahşabın uyumlu birlikteliğini yaşatan köyde, Gölyazı mimarisinin antik çağdan Osmanlı’ya uzanan kronolojik evrelerini izlemek mümkün. Bacaları hâlâ tüten, iki katlı, cumbalı Rum evlerinin en güzel süsü, kapı önlerine dizilmiş tenekelerden fışkıran rengârenk çiçekler... Mübadele yıllarında bölgeye yerleşen Selanikli göçmenler yörenin sakinleri olmuş. 1980 yılında SİT alanı ilan edilerek koruma altına alınan 90 kadar Rum evi ile köy meydanındaki kilise ise Gölyazı’nın önceki sakinlerinin derin izlerini yaşatmayı sürdürüyor.





PUSLU SULARDAKİ BALIKÇI KADINLAR



Marmara Bölgesi’ne tipik bir Ege ya da Akdeniz balıkçı köyü havası katan Gölyazı’daki yaşamın bir başka rengi, yüzyıllardır yaşayan kadın balıkçı geleneği. Köy meydanında tanıştığımız 75 yaşındaki Mürvet Teyze, köyün en yaşlı balıkçılarından. Mürvet Nine, “Selanik’te bir göl kıyısında yaşardık. Bu köyün kadınları balıkçılığı annelerinden, ninelerinden öğrendi” diyor ve ekliyor: “Kadınların balıkçılık yapması neden tuhaf olsun. Toprak yoksa, biz de ekmeğimizi sudan çıkarırız...”. Gölü, tarlaları gibi gören Gölyazılı kadınlar, yaz kış demeden her sabah, Apolyont’un puslu sularında kısmetini arıyor. Göle çift kişi açılmak ise adetten. Genellikle bir erkek ve bir kadından oluşan ekiplerde; karı-koca, nine-oğul veya baba-gelin eşleşmesi sıkça görülüyor. Kürek çekmek ve demir atmak gibi ağır işlerle genellikle erkekler; ağ toplamak ve onarmakla kadınlar ilgileniyor. Çekilen her kürek; geriye nasırlaşmış eller, sabah ayazının esmerleştirdiği yüzler bırakıyor. Ve Gölyazılı kadınların umut dolu masmavi gözlerini görünce kendine sormadan edemiyor insan: Yoksa gözlerde ışıldayan o mavilik gölün bir hediyesi mi?..





ÖĞLE SAATİ MEZAT VAKTİ



Sabahları güneşin doğuşuyla sessizliğe bürünen köy, ağlarını gölden çeken balıkçıların dönüşüyle hareketlilik kazanıyor. Balıkçıların gülüş ve bağırışlarının şiddeti, çıkan mahsulün bereketi hakkında en iyi ipucunu veriyor. Balık bolsa, öğlen 11 ile 12 saatleri arasında köy meydanında heyecanlı bir mezat başlayacak demek...





Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın araştırmasına göre gölde tam 19 çeşit balık yaşıyor. Gölde avlanan turna, gümüş, kızılkanat ve sazan, balıkçıların yüzünü en fazla güldüren balıklar. Önceleri çok bol çıkan kerevit azaldıysa da, yaz aylarında hâlâ ağlara takılabiliyor. Yöre balıklarının hem de geleneksel usullerle tadına bakabileceğiniz bir restoran da var kasabada. İster balık için gelmiş olun, ister doğa ve tarih için; Gölyazı’da, konuksever yöre halkıyla kuracağınız sıcak dostlukların tadını unutamayacaksınız...