29 Aralık 2012 Cumartesi

Posted by ??????????? | File under : , ,


Girne, Kuzey Kıbrıs'ın incisi ve gözbebeğidir. Kent ile çevresi, adanın en gözde tatil beldesidir. Bazı söylentilere göre kent M.Ö. X. yüzyılda Akalar tarafından kuruldu. Kurucuları kente ülkelerindeki bir dağın adı olan Kyrenia adını verdiler. Başka bir söylenti ise M.Ö. IX. yüzyılda buraya yerleşenlerin ticaret kolonileri kuran Fenike'liler olduğudur. Kentin adı Roma kaynaklarında Corineum olarak geçmektedir. Kentin tarihi adanın tarihi ile aynı olup, Bizans döneminde birkaç kez Arap korsanları tarafından yağma edildi. Kentin en ilginç tarihi eserlerinden bir tanesi Girne Kalesi'dir. Liman boyunca Türk mutfağına ve ülkemize özgü yemekler yanında diğer yemekleri de sunan lokantalar, barlar ve açık hava kafeteryaları vardır. Girne'de görülebilecek yerler arasında Girne Kalesi, Beylerbeyi, St. Hilarion Kalesi, Hz. Ömer Türbesi, Batık Gemi Müzesi, Bufavento Kalesi, Barış ve Özgürlük Müzesi, Halk Sanatları Müzesi, çeşitli kilise ve manastırlar bulunmaktadır. Girne'nin önemli turistik yerlerinden bazı seçmeler şunlardır:


MAVİ KÖŞK

 Kaçakçının köşkü olarakda bilinir. Kaçakçının köşkü denmesinin nedeni Köşkün sahibi Paulo Paolides'in avukatlık kisvesi altında silah kaçakçılığı yaparak servet edinmesi ve bu köşkü yaptırmasıdır. Paulo Paolides dönemin en büyük silah tüccarlarındandır. Köşk Kıbrısa gelindiğinde mutlaka görülmesi gereken yerlerden biridir. Ayrıntılı bilgi için köşkün resmini tıklayarak sitemizin mavi köşk bölümününe ulaşabilirsiniz.


Hz. ÖMER TÜRBE VE MESCİDİ

Kıbrıs'taki önemli ziyaret ve adak yerlerinden bir tanesi Hz. Ömer Türbesi'dir. Yapı, Girne'nin yaklaşık 4 km doğusundaki Çatalköy'ün kıyı şeridinde bulunmaktadır. Hz. Ömer Türbesi'nde adları bilinmeyen 7 İslam mücahidinin türbesi bulunmaktadır. Türbeler Muaviye ordusu komutanlarından Ömer ile altı arkadaşına aittir. Bunlar, şimdiki türbenin yanında şehit oldular (M.S. 647). Cesetleri buradaki bir mağaraya gömüldü. Bazı söylentilere göre türbedeki yedi mezarın Kıbrıs'ta İslamiyet'i pekiştirmek için "Makam Türbesi" olarak yapıldığı doğrultusundadır. Bazı söylentilere göre ise de Osmanlıların Kıbrıs'ı fethi üzerine mağaradaki ceset kalıntıları çıkarılarak bugünkü yerlerine defnedilmişlerdir. Daha sonra buraya bu türbe ile mescit yapılmıştır. Bu nedenle türbeye Hz. Ömer adı verilmiştir. Hz. Ömer Türbesi, 1963 Rum saldırılarından sonra işgal edilerek talan edilmişti. Daha sonra askeri bölge ilan edilerek Türk'lerin türbeyi ziyaretleri yasaklanmıştı. Rumlar tarafından birkaç kez tahrip edilen ve 1974 yılında yıldırım isabetiyle zarar gören yapı, 1978 yılında bilinçsizce onarım sonucu özelliğini kısmen de olsa yitirmiştir.

BEYLERBEYİ

Girne'nin 4-5 km doğusunda yer alan mütevazi bir köydür. Köyün nüfusu yaklaşık 500 civarındadır. Manzarası çok güzel olan ve sakin bir yer olduğu için Latince adından da anlaşılacağı gibi, "huzur yeri" olarak adlandırılır. Beylerbeyi denince insanın aklına hemen güneyindeki manastır gelmektedir. Bir kayalık üzerine kurulan manastırın bugünkü adı Fransızca "Abbaue de la Paix"den (Barış Manastırı) türemiştir. Gotik sanatının bir şaheseri olan manastır, Yakın Doğu'daki örneklerinin en güzeli olarak bilinmektedir. Beyaz Manastır olarak ta bilinen yapı, burada kalanların giydikleri beyaz giysilerden dolayı böyle isimlendirilmiştir. Bellapais'in ilk sakinleri 1187 yılında Kudüs'ü ele geçiren Selahaddin Eyyubi'den kaçıp Kıbrıs'a göçeden Augustinian mezhebi rahipleri olduğu bilinmektedir. Manastırın ilk yapımı 1198-1205 yılları arasında olmuştur. Günümüzde ayakta kalan yapının büyük bir bölümünü Fransız Kralı III. Hugh (1267-1284) inşa ettirmiştir. Adanın Osmanlılara geçmesinden sonra manastırın icraatlarına son verilmiş ve kilise Rum ortodokslara devredilmiştir. Bugün manastırın bir çok bölümü harabe haline gelmiştir. Manastıra, kale kapısı görünümündeki burç şeklinde mazgallı bir geçitten girilmektedir. Giriş kapısından sonra ön bahçeye varılmaktadır. Bundan sonra yer alan kilise, manastırın en eski bölümü olmakla beraber orjinal şekli ile iyi korunmuş bir durumdadır.

St. HİLARİON KALESİ

Kale bugünkü ismini Kudüs'ün Araplar tarafından zaptından sonra Kıbrıs'a göç eden ve ömrünün son yıllarını burada ibadetle geçiren bir azizden almıştır. Daha sonradan, 10. yüzyılda buraya bir kilise ve manastırın yapıldığı gözlenmektedir. Deniz seviyesinden 700 metre yükseklikte olan St. Hilarion Kalesi, ikiz bir burun üzerine inşa edilmiştir. Kalenin kesin yapım tarihi bilinmemekle birlikte M.S. 10. yüzyılda kuzeyden gelen Arap akınlarına karşı adanın savunması ve kontrol edilmesi için kullanılmak üzere inşa edildiği sanılmaktadır. Bununla birlikte aynı gaye ile inşa edilen Bufavento, Kantara ve Girne Kaleleri ile çağdaş (aynı zamanda) olduğu tahmin edilmektedir. Kalenin Bizans yapısı olduğu ve İngiliz Kralı Arslan Yürekli Richard'ın 1191 yılında adayı işgal ettiğinde var olduğuna dair bilgiler günümüze kadar gelmiştir. Buna rağmen tarihi kaynaklar kaleden ilk olarak 1128 yılında İmparator II. Frederik'in Kıbrıs'a hükmetmek istemesi üzerine bahsetmektedir.

Kalenin etrafını çeviren daire şeklinde 500 metre uzunluğunda duvarlar ve 9 burç inşa etmişlerdi. Kale, her birinin kendi sarnıcı (su deposu) ve erzak depoları olan üç ana bölümden oluşmaktadır. Bunlardan birincisi en alçakta kurulmuş olan Aşağı Kale, atlarla askerler için yapılmıştır. Ana girişi koruyan duvarlarla çevrili bir savunma yeri ile başlamaktaydı. Orta Kale'de manastır alanı ve Aziz'in yeri bulunmaktadır. Yukarı Kale'de ise saray odaları, kral sarayı ve mutfak bulunmaktadır. 1489'da adayı ele geçiren Venedikliler, kaleyi savunacak bir güce sahip olmadıklarından kalenin Osmanlı'ların eline geçmesini engellemek için kaleyi tahrip etmişlerdi. Bu olaydan sonra kale 1964 yılına kadar askeri amaçlar için kullanılmamıştı. 1964'teki Rum saldırıları üzerine, kalenin stratejik konumunu değerlendiren Türk Mücahitleri kaleye yerleşerek tekrar savunmaya geçtiler. 1964 nisanında kaleye taarruz eden Rumlar bir avuç Mücahit tarafından geri püskürtülmüştür.

Posted by ??????????? | File under : , , , , , , ,


Akdeniz'in mükemmel iklimi ve sıcak insanlarıyla ünlü Kuzey Kıbrıs, 3 kıtayı birleştiren en güzel adalardan biri olma özelliğini asırlardır taşıyor. ingiliz sömürgesinden kurtulduğu yıllardan sonra tam anlamıyla bir turizm cenneti olan ülke, rahatlamaız için herşeyi bünyesinde barındırıyor. Her türlü deniz sporlarını yapabileceğiniz Kuzey Kıbrıs ayrıca, zengin arkeolojik kalıntıları ve tarihi güzellikleri görme fırsatı da elde edebilirsiniz. Ülke, dünyanın hiçbir yerinde reastlayamayacağınız güzelliklere sahip olmakla birlikte, 300 gün güneş ışığıyla tertemiz ve eşşiz sahilleri ve mükemmel doğasıyla tam bir cennet.
 Tüm bunlara ek olarak ada insanının sıcaklığını ve mutfağının zenginliğini de katarsak ideal bir tatil için istediğiniz herşey Kuzey Kıbrıs'ta mevcuttur. Siz belki bir doğa aşığı, bir arkeolog, yürümeye gelen, su sporlarını seven kısaca güneş tutkunuysanız bu küçük ada sizler için bulunmaz bşr yerdir.

 Burada Akdeniz'in inanılmaz güzelliklerini ve Beşparmak dağlrıyla birleşen görkemini izleme fırsatını bulacaksınız.

 Tüm bunlara sahip olduğunuzu düşündüğünüzde, efsanede olduğu gibi Sezar'ın Kleopatra'ya aşkını kanıtlamak için bu adayı neden verdiğinin cevabını kolayca alabilirsiniz....

26 Aralık 2012 Çarşamba

Posted by ??????????? | File under : , ,



CAMİİ VE TÜRBELER


Ulu Camii
 Harput'ta Artuklu Hükümdarı Fahrettin Karaaslan tarafından H.551 (M.1156-1157) yılında yaptırılan camii, Anadolu'daki en eski ve en önemli yapılardan birisidir. Cami; dikdörtgen planlı, dışa kapalı görünümlü olup, minaresinin eğri durumda oluşu ve tuğlalarının süsleme öğesi olarak kullanılması bakımından ilgi çekicidir. Harim son cemaat ve avlu olmak üzere üç bölümden yapılmıştır. Caminin iç duvarları kemerlerle birbirine bağlanmıştır. Cami halen ibadete açıktır.


Sarahatun (Sarayhatun) Camii
Akkoyunlu devrine ait cami, Akkoyunlu Hükümdarı Bahadır Han'ın (Uzun Hasan) Annesi Sara Hatun tarafından 1465 yılında mescid olarak yaptırılmıştır. 1585 yılında tamir edilmiş, 1843 yılında da yapılan onarımla da bugünkü halini almıştır. Cami, kare planlı olup orta kısmının üzeri dört kalın sütuna dayanan kubbe ile kenarları ise tonozla örtülüdür. Mihrap sade bir iniş halindedir. Minberi, taş işçiliğinin güzel örneklerindendir. Minaresi iki renk kesme taştan yapılmıştır.

Kurşunlu Camii
Harput'ta Osmanlı devri camilerinin en güzel örneklerinden biridir. 1738 - 1739 yıllarında yapılmıştır. Cami,  kare  yapılı,  üzeri  büyük  bir  kubbe  ile  örtülü  ve  kubbeye  giriş  trompludur.  Kubbe  kasnağında  dört  penceresi  olup,  mihrabı  sade  bir  niş  biçimindedir.  Son  cemaat  mahalli  üç  kubbelidir.  Kubbelerin  üzeri  kurşunla  kaplıdır.  Harim  kapısı  yonca  şeklinde  olup,  minaresi  kesme  taştan  yapılmıştır.


Alacalı Camii
Harput'ta  Kitapçıgil  parkının  girişinde  bulunan  camide  çeşitli  yapı  devirlerinin  izleri  görülmektedir.  Küçük  ebatta  ve  dikdörtgen  planlıdır. Artukoğulları  döneminde  yapılmasına  karşılık,  XIX.  Yüzyılda  büyük  bir  onarım  görmüştür.  Tavandaki  ahşap  işçiliği,  bu  devirin  onarımına  aittir. Cami  kapısı  batıda  yer  almakta  olup,  bir  yonca  yaprağı  şeklindedir.  Kapı  üzerinde  merdiven  ve  minare  bulunmaktadır.  Minare,  şerefeye  kadar  sıra  ile  siyah-beyaz  taşla,  şerefe  ise  dama  şeklinde, siyah-beyaz  kesme  taşla  örülüdür.

Ağa Camii
Harput'a  girişte  ana yolun  solunda  yer  alan  cami'nin  kubbesi restore edilmiş olup, zarif  minaresi  ayaktadır. Minare  kare  kaideli  ve  sekizgen  gövdelidir.  Harput  Müzesindeki  kitabesine  göre  967  H. (1559 M.) yılında  Pervane  Ağa  tarafından  inşa  edilmiştir.  Cami  aslına  uygun  olarak  restore  edilerek   ibadete  açılmıştır.

Arap Baba  Mescidi  ve  Türbesi
Selçuklu  hükümdarlarından  IV. Kılıçarslan'ın  oğlu,  III.Gıyaseddin  Keyhüsrev  zamanında  H. 678  yılında  inşa  edilmiştir.   Minaresi  dıştan  türbe  ile  mescidin  tam  orta  kısmına  gelen  bölümde  yapılmıştır.  Kapısı  mescidin  içindedir.  Kaidesi  alttan  beş  sıra  taş  üstünde  alçı  ve  sıva  izi  görülen  ve  hemen  hiçbir  Selçuklu  Mescidinde  bulunmayan,  emsalsiz  sırça  bordürlüdür.  Mescit  kare  planlıdır.  Selçuk  üçgenleri  ile  kubbeye  geçilir.  Kubbe  içinin  kornişlerinin  çinili  olduğu  bilinmektedir.  Korniş  ve  çinilerle  düzenlenen  mihrabın  üst  kısmı,  beş  dişlidir.  Büyük  kemeri  vardır.  Arabesk  plament  ve  su  yolludur.
 Türbenin  alt  kısmında  ise  yüzyıllara rağmen bozulmamış naaşı ile Arap Baba türbesi mevcuttur.  Halk  arasında  Arap Baba  diye  anılır.  Arap Baba  ile  ilgili  çeşitli  rivayetler  anlatılmaktadır.


Fetih  Ahmet  Baba  Türbesi
Harput'a  2 Km.  uzaklıkta  olup,  kaya  üzerine  inşa  edilmiş  türbenin  yanında  mescidi  bulunmaktadır. Türbe  altıgen  planlı,  üst  kısmı  sonradan  yapılmış,  yalnız  cenazelik  kısmı  mevcuttur.  İçinde büyük  bir  sanduka  bulunmaktadır.
                                                  
Mansur Baba  Türbesi
Harput'ta  kaleye  giden  yolun  solunda  bulunan  türbe,  sekizgen  planlı  olup,  kesme  taşlardan  yapılmış  kaide  kısmı  vardır.  İki  katlı  anıtsal  bir  yapı  olduğu  bilinen  türbenin  üst  örtü  sistemi  sonradan  yapılmıştır.  İçerisinde  Mansur Baba,  zevcesi,  oğlu  ve  kızına  ait  olduğu  bilinen  dört  sanduka  bulunan  türbenin  Artukoğulları  devrine  ait  olduğu  ihtimali  kuvvetlidir.
Posted by ??????????? | File under : , , , ,


Doğu Anadolu Bölgesini batıya bağlayan yolların kavşak noktasında bulunmaktadır. İl Sınırları içindeki en önemli akarsu Fırat ve kollarıdır. 86 Km2 yüzölçümü olan Hazar Gölü, İl merkezine 30 Km. mesafededir. İlimiz Keban, Karakaya, Kralkızı ve Özlüce gibi baraj gölleri ile çevrilidir. Geçmişte karasal iklimin hüküm sürdüğü Elazığ, yapılan ve yapılmakta olan barajların etkisi ile ılıman bir iklime geçiş yapmıştır. Elazığ kent merkezinin geçmişi yeni olmakla birlikte yerleşim olarak bölgenin tarihi oldukça eskidir. Bu nedenle Elazığ'ın tarihinin, devamı durumunda olduğu Harput'un tarihi ile birlikte ele alınması gerekir.
Harput ve yöresi, Anadolu'nun en eski yerleşme birimlerinden biridir. Nitekim, Fırat Irmağı'nın çizdiği büyük yay içinde, sulak ve verimli bir ova üzerinde bulunması, doğal kaya sığınakları, kara ve su hayvanlarının bolluğu nedeniyle yöre, Paleolotik (Yontma Taş Devri M.Ö. 10.000) dönemden beri, yerleşme alanıdır. Elazığ ve yöresinin yazılı tarihinin Hitit tabletlerindeki bilgilerle aydınlatıldığı görülmektedir. M.Ö. 2000'lerde yörenin İşuva adıyla anıldığı belirlenmiştir. M.Ö. 12.  7. yüzyıllar arasında yöreye merkezi Van (Tuşpa) olan Urartular hakim olmuştur.
Urartu dönemi ile ilgili olarak, Harput Kalesi başta olmak üzere, Altınova Norşuntepe'de ortaya çıkarılan Urartu yerleşmesi, Palu Kalesi, Karakoçan (Bağın) ve İzoli (Kuşsarayı)'ndaki çivi yazılı kitabeler yöredeki Urartu hakimiyetini açıkça ortaya koymuştur. Daha sonra bölgede Medler, Persler, Romalılar, Bizanslılar ve Arapların değişik dönemlerde egemen oldukları görülmektedir. Büyük Selçuklu hakimiyetinin Anadolu'ya kayması ile Harput'un Türk Yurdu olmasında en önemli savaşın Malazgirt Meydan Muharebesi olduğuna şüphe yoktur. 1085 yılında Çubuk Bey tarafından fethedilen Harput'ta Çubukoğulları Beyliği kurulmuştur. Türkler tarafından alınmasına kadar sadece müstahkem bir kale hüviyetinde kalan Harput, Türklerle beraber büyüyen bir şehir haline gelmiştir.
Çubukoğulları Beyliği'nin ömrü uzun sürmemiş, 1110 yılında Artuklu Belek Behram Harput ve yöresini ele geçirerek Artukoğulları dönemini başlatmıştır. Belek Gazi, Haçlı seferlerine karşı büyük mücadeleler vermiştir. Artuklu hanedanına, 1234 yılında I. Alaaddin Keykubad tarafından son verilmiş, Harput bu tarihten itibaren Türkiye Selçuklu Devleti'nin hakimiyeti altına girmiştir.
Kösedağ Savaşı'ndan sonra Harput, 1243'te İlhanlılar tarafından zaptedilmiş, 1363'te Dulkadiroğullarının, 1465'te Akkoyunluların ve nihayet Çaldıran Savaşı'ndan sonra 1516 yılında Osmanlıların eline geçmiştir. Coğrafi konumu itibariyle tarihin hemen her döneminde önemli bir yerleşim merkezi olan Harput, 1834'te doğu eyaletlerini ıslah etmek üzere görevlendirilen Reşid Mehmed Paşa, ovada yer alan Agavat Mezrası'nı merkez haline getirince, Elazığ Vilayeti'nin merkezi buraya taşınmıştır. Yeni kurulan şehir önceleri eyalet ve bilahare vilayet merkezi olmuş, bir ara Diyarbakır Vilayeti'ne bağlı bir sancak haline gelmiştir. 1875'te müstakil mutasarrıflık, 1879'da tekrar vilayet olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarında Malatya ve Dersim sancakları da buraya bağlanmış, 1921'de bu iki sancak Elazığ'dan ayrılmıştır.

ELAZIĞ TARİHİNDEKİ BELLİ BAŞLI DÖNEMLER
Harput’ta hüküm sürmüş uygarlıklar şunlardır:
Hurriler (M.Ö.20.yy.)
Hititler (M.Ö.14-13.yy.)
Urartular (M.Ö.9.yy.)
Romalılar (M.Ö.8. yy.)
Bizanslılar (M.S.10.-11. yy.)
Azeri Türkleri (M.S.11.yy.)
Araplar (M.S.11.yy.)
Çubukoğulları (M.S.12.yy.) 1087
Artukoğulları (M.S.12.yy.)
Selçuklular (M.S.13.-14.yy.)
Dulkadiroğulları (M.S.14.yy.)
Akkoyunlular (M.S.15.yy.)
Osmanlılar (M.S.16.yy.)

19 Aralık 2012 Çarşamba

Posted by ??????????? | File under : , , , ,







Diyarbakır tarihinin, Çayönü'nde yapılan kazılarla M. Ö. 7500 yıllarına kadar uzandığı belirlenmiş. Diyarbakır ve çevresinde Hurriler, Mitanniler, Hititler, Asurlar, Medler, Persler, Büyük İskender, Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Selçuklular ve Osmanlılar hüküm sürmüş.

Anadolu'nun en eski camilerinden Ulu Cami'nin yapılış tarihi ile ilgili kesin bilgi yok. Araplar'ın Diyarbakır'ı 639'da ele geçirmesiyle, Mar - Toma Kilisesi, camiye çevrilmiş. Yapımında siyah bazalt taşının kullanıldığı cami duvarlarında, Selçuklu, Akkoyunlu ve Osmanlı gibi çeşitli dönemlere ait yazıtlar bulunmakta.
Anadolu'nun ilk üniversitelerinden olan Mesudiye Medresesi, Ulu Cami'nin kuzeyinde yer alıyor. İnşasına Artuklular zamanında başlanan medrese, motif ve kitabeleriyle ünlü.

Dicle Köprüsü olarak da bilinen On Gözlü Köprü, Diyarbakır'ın 3 kilometre güneyinde eski Silvan yolu üzerinde bulunuyor. Mervanoğlu devrinde M. S. 1065 tarihinde Nizmüddevle Nasr tarafından yaptırılmış.

Ergani ilçesinde bulunan Çayönü antik kenti cilalı taş devrine yani günümüzden yaklaşık 9000 yıl önecsine dayanıyor. Bu yerleşim yerinin ilk yerleşik hayata geçilen yerlerden biri olduğu saptanmış. Kazı buluntuları Diyarbakır Arkeoloji Müzesi'nde sergileniyor.

13 Aralık 2012 Perşembe

Posted by ??????????? | File under : , , , , , , , ,

Ahrida Sinagogu, İstanbul'un Fatih ilçesinin Balat semtinde, Kürkçü Çeşme Sokağı’nda yer alan sinagogdur.
15. yüzyılın başlarında yapılan ve adını, kurucularının İstanbul'a göçettikleri bugün Makedonya Cumhuriyeti’nde yeralan Ohri kentinden alan sinagog, bugün de İstanbul'daki en geniş kapasiteli sinagogdur. Romanyotlar tarafından kurulan bu sinagog, Romanyotlar Sefaradların altında asimile olmalarıyla zamanla Sefarad sinagogu haline gelmiştir.
Tuğla ve yığma taştan inşa edilmiştir. Sinagogun tevası (dua kürsüsü) bir gemi pruvasını andırır. Yapının avlusunda bir midraş (okul) bulunmaktadır.
Sabetaycıların peygamberi Sabetay Sevi'nin İstanbul'da ibadet etmek için ziyaret ettiği tek sinagogdur.
Doksanüç Harbi esnasında Rus ordularına karşı savaşan Türk askerleri için dua tertip edilmiş, sözkonusu törene ilişkin ayrıntılı haberler The Illustrated London News gazetesinde ve L'Illustration dergilerinde de yayımlanmıştır.
Ahrida Sinagogu Anıtlar Yüksek Kurulu'nun 16 Eylül 1987 tarihli kararı ile koruma altına alınmıştır.

500 KİŞİLİK KAPASİTESİ İLE İSTANBUL'DAKİ EN BÜYÜK SİNAGOGDUR. DİKDÖRTGEN BİR PLANI BULUNMAKTADIR. DUVARLARI KAGİR, ÜST ÖRTÜSÜ AHŞAPTIR.ÇOK SADE OLAN CEPHELERİNDE, SAÇAK ALTINDA ÇİFT SIRA TESTERE DİŞİ KORNİŞ, KORNİŞİN ALTINDA, ALT VE ÜST OLMAK ÜZERE İKİ SIRA PENCERE BULUNUR. ALT SIRADAKİ PENCERELER DİKDÖRTGEN KESİTLİDİR, ÜZERLERİNDE İÇLERİ DOLU SİVRİ KEMERLER BULUNMAKTADIR. ÜST SIRADAKİLERİN ÜZERLERİNDE DE SİVRİ KEMERLER BULUNMAKTADIR, BU KEMERLERİN İÇİ DOLU DEĞİLDİR, PENCERE DOĞRAMALARI SİVRİ KEMERİN FORMUNU ALMIŞTIR. DIŞ DUVARINDA DUADAN ÖNCE EL VE YÜZ YIKAMAK İÇİN MUSLUKLAR VARDIR.

DUA KÜRSÜSÜ "TEVA" BİR TEKNE PRUVASINA BENZER. NUH'UN GEMİSİNİ TEMSİL ETTİĞİ SÖYLENİR. EHAL DENİLEN MOZAİKLE SÜSLÜ DOLAP DAİMA KUDÜS'E DOĞRU BAKAR.

1992 YILINDA 500. YIL KUTLAMALARI NEDENİYLE RESTORE EDİLMİŞTİR.
Posted by ??????????? | File under : , , , , ,


İstanbul’un ilk çağdaş kent müzesi olan Adalar Müzesi, Adaların oluşumundan bugüne gelen hikayesini yüzlerce obje,
20 bin belge, 6 bin fotoğraf, yüzlerce belgeleme çekimi, film ve sözlü tarih kayıtlarından oluşan kuruluş koleksiyonu ile
ziyaretçilerine sunmaktadır.

Adalar Hakkında

Adalar İstanbul’un kentli merkezlerinden birisidir. Belediyecilik hizmetlerinin ilk geldiği ilçelerinden, oldukça eğitimli bir nüfusun yerleşim alanıdır. Adalar Müzesi kentlilik bilincinin gelişmesine hizmet eden ve aynı zamanda göçler ile kozmopolitleşen nüfusun kaynaşmasını sağlayan faaliyetler gösterir.

Adalar binlerce yıllık zengin ve renkli bir kültürü barındırımaktadır. Müze farklı kültürlerin yaşam alanı olan bu farklı coğrafyanın birikimlerinin anlaşılması, öğrenilmesi, incelenmesi, yayınlanması ve paylaşılarak korunmasına yönelik çalışmalar yürütür.





12 Aralık 2012 Çarşamba



İlçenin bugün Sarıyer olan ismi sırasıyla; Simas’tan Skletrinas’a, daha sonra Mezarburnu (Mesarburnu), Altınyer, Sarıyarve son olarak da Sarıyer olmuştur. Sarıyer’in ilk ismi Simas’ın, anlamı “Kutsal Ana” olarak bilinmekte ancak bazı kaynaklarda “Kutlu/Güzel Akarsu” veya “Kutlu/Güzel Su” olarak da geçmektedir.
İlçenin ismine ilişkin başlıca iki rivayet vardır: İlk rivayet göre, ilçede yıllarca altın ve bakır madeni çıkarıldığı için bugünkü Maden Mahallesi ile Şifa Suyu arasında sarı renkte yarlar oluştu. O nedenle ilçenin ismi önce Sarıya oldu, sonra da Sarıyer’e dönüştü. Bir diğer rivayet ise Sarıyer isminin aynı semtte yatan “Sarıbaba” isimli bir şahıstan geldiğidir.
Kısa Tarihçe
Eski çağlarda boş arazi ve tepelerden ibaret olan Sarıyer, gerek Antik Çağ’da gerekse Bizans döneminde belli başlı yerleşim merkezleri arasında değildi. Bizans İmpatorluğu döneminde kıyı kesimlerinde çok az yerleşim alanı vardı. Bunlar özellikle kıyılardaki koylarda bulunan bazı ayazma, kilise, eski liman, sarnıç ve eski kaleler çevresindeki birkaç hanelik küçük kırsal yerleşmelerden oluşuyordu. Burada yaşayanlar geçimlerini genellikle balıkçılıktan sağlıyorlardı.
İstanbul’un 1453 yılında Osmanlı İmpatorluğu tarafından fethinden sonra Anadolu’dan ve Adalar’dan getirilen göçmenlerin yerleştirilmesiyle Sarıyer’de iskan başladı. Osmanlı döneminde devletin ileri gelenleri tarafından bölgeye birçok çeşme, av köşkü, konak ve sahilhane adı verilen yalı yaptırıldı
Boğaz kıyısındaki küçük köylerin gelişmeye başlaması 16. ve 17. yy'lara rastlamaktadır. Bu dönemde Sarıyer, Yeniköy ve Rumeli Hisarı gelişmiş birer köy haline geldi. 18. yy'a gelindiğinde saraya yakın bazı kişilere ait yalılar bu kıyıda belirmeye başladı. Padişah izniyle bazı gayrimüslim ailelerin bu köylere yerleşmeleri de aynı yüzyıla rastlar.
19. yy'ın başlarında şayak ve fes boyama sanatını öğretmeleri için Trakya'dan bazı köylüler İstanbul'a getirildi ve Baltalimanı ile Emirgan arasına yerleştirildi. Bu köylülerin yerleştirildiği Baltalimanı ile Emirgan arasındaki alan Boyacıköy olarak adlandırıldı.
Sarıyer’in Boğaz kıyısındaki semtleri, 1960’lı yıllara kadar, daha çok yaz aylarında kalabalıklaşan sayfiye yeri niteliği taşıyordu. Özellikle yolların yapılması ve sahil yolunun genişletilmesinden sonra boş alanlar yerleşime açıldı. Bu nedenle bugünkü yerleşim olgusunun temeli de atılmış oldu: Kıyı kesimlerinde ve kıyı yakınlarında üst düzey gelir gruplarına ait yalılar ve köşkler, sırt biçiminde uzanan tepelerde ise gecekondular…

Turizm

Sarıyer, her tür turizm açısından son derece uygun potansiyele sahip bir ilçedir. Doğal, tarihi ve kültürel değerlerinin yanı sıra deniz turizmi açısından da İstanbul’un en önemli ilçeleri arasındadır.
Sarıyer, çok eski bir yerleşim bölgesi olması nedeniyle Bizans ve Osmanlılardan kalma çok önemli tarihi eserlere sahiptir. İlçe tarihi yapıları, camileri, kiliseleri, ayazmaları, tekkeleri, çeşmeleri, su bentleri, surları ve kaleleri, türbeleri, sarayları, köşkleri ve yalıları ile çok değerli bir tarihi mirası barındırmaktadır.
Sarıyer ilçesi çok uzun yıllar kıyılarındaki plajlarıyla bilinmekteydi. Bugün, İstanbul Boğazı kıyısındaki plajlardan yalnızca Altınkum ve Tarabya faaliyettedir. Deniz kirliliğinin artması nedeniyle Boğaz kıyısındaki plajlar kapanırken, bugün Karadeniz kıyısı turistik bir cazibe merkezi haline gelmiştir. Kilyos başta olmak üzere Karadeniz’deki kumsallar özellikle yerli turistin yoğun ilgisini çekmektedir.
Sarıyer’in en önemli özelliklerinden biri de Boğaz sahili boyunca dizilen barlar, balık lokantaları, restoranlar, otel, motel ve diğer eğlence mekanlarıdır. Bu açıdan da önemli bir çekim merkezi olan Sarıyer, gelişime açık bir potansiyel taşımaktadır.
Turizm açısından önemli bir potansiyel de ormanlar oluşturmaktadır. Belgrad Ormanı, gezi yolları, kır gazinoları ile özellikle hafta sonları halkın ilgisini çekmektedir.
Sarıyer, son derece zengin ve değerli bir turizm potansiyeline sahip olmasına karşın turizm altyapısı olarak bu potansiyele yanıt verecek durumda değildir. Bugün ilçemizde, 4 otel, 3 pansiyon, 12 plaj, 174 restoran, 3 açık otopark, 4 sinema, tiyatro ve kültür merkezi bulunmaktadır.


    9 Aralık 2012 Pazar



    KRAL KIZI  KALESİ

     Genç ilçe Merkezinden 2 km. uzaklıktadır. Bir tepenin üzerinde bulunan bu kalenin ancak yıkıntılarına ve kalıntılarına rastlanabilmektedir. Bu kaleyi Pers hükümdarı Dara Gençte uzun yıllar kalmış ve bu kaleyi kızı için yaptırmıştır. Genç ilçesi eski ismini bu kaleden almıştır. Bugün mesire yeri olarak kullanılmaktadır.SEBETERİAS KALESİ

     Murat vadisi üzerinde, Bingöl İl merkezinden 18 km. uzaklıktadır. Urartu kralının Bingöl yaylalarını elinde tutabilmek için yaptırdığı uç kaleden birisi olup bugün ancak kalıntıları ortada kalmıştır.

     KİĞI KALESİ

     Kiğı İlçesinin kuzeydoğusunda olup, Bizanslılar zamanından kalmıştır. Sağlam bir yapı olduğu ve asırlardan beri hayatiyetini devam ettirdiği görülür. Çevresinde bir çok bina olup bugün için terk edilmiş durumdadır.

     YÜZEN ADA

     Solhan ilçesi Hazarşah Köyü Aksakal Göl mezrasındaki ada, o yörede yaşayan halk tarafından keşfedilmiştir. Söz konusu ada şimdiye kadar görülmemiş bir tabiat olayına sahiptir. Bingöl-Solhan karayolundan 4,5 km. uzaklıktadır. Bingöl'ün turizmi doğa güzelliklerine dayanır. Yüzen ada tamamen doğaldır. Göl'ün üç tarafı dağlar ve tepelerle çevrilmiş düz arazi üzerinde bulunan krater göl konumundadır. Gölün şimdiki alanı 300 m²'nin üzerindedir. Gölün derinliği 50 metreden fazla olduğu sanılmaktadır. Göle devamlı akıntı olduğu tespit edilmiştir. Gölün altından ve kemerlerinden giren su, Gölün alt tarafından, Gölden daha aşağıda olan dereyi beslemektedir. ufak kaynaklar bu görüşü teyit etmektedir. Yaz ve kış aylarında su seviyesi aynı kalmaktadır. Su tatlı ve berrak olup, herhangi bir madensel tuz ihtiva etmemektedir. Balık yetiştirmek mümkündür. Golün ortasında hareket eden iki ada vardır. Adalar göl içinde bağımsızdır. Üstüne binildiği zaman sal gibi her tarafa ağır ağır hareket etmektedir. Adanın üzerinde 5 tane bodur ve dişbudak ağacı mevcuttur. Çevredeki bitkiler Gölün mevcut suyu ile beslenmektedir. Ada üzerinde bulunan ot köklerinin sarıcı olması nedeniyle toprak tamamen bitki kökleri ile kaynamış ve yapışmış durumdadır. Bu doğa harikasını mutlaka görmelisiniz...

     GÜNEŞİN DOĞUŞU

     İlimizin Karlıova ilçesinin 3250 m. yükseklikteki Bingöl dağlarının Kala tepesinden günesin doğusunu normal durumundan çok farklı seyretmek mümkündür. Her yıl 15 temmuz - 15 Ağustos tarihleri arasında en iyi şekilde seyredilebilir. Güneşin doğuşu çok değişik şekillerde normal halinden çok farklı heyecanlı ve oldukça korkunç sahneler yaratmaktadır.Dünyada tam anlamıyla Güneşin doğusu iki yerden izlenir. Birincisi  İsviçre'nin  Alp dağlarından, ikincisi Bingöl dağlarının Kala tepesinden seyredilir. Karlıova ilçesine kadar yol asfalt, dağın zirvesine kadar stabilize yoldur. Dağın altına kadar arabayla gidildikten sonra zirveye 25-30 dakika yaya çıkılır. Etrafta soğuk su kaynakları ve yeşillikler görülür. Güneş doğarken ilk etapta hafif bir kızartıyla belirir. Kızartı etrafta çok renkli güzellikler ve dekorlar yaratır. Daha sonra İnsana korku veren bir karartı seklini alır. Kızarıklıklar kor parçası haline gelir. Kor parçası içinde insan yüzünü andıran 3 büyük siyah leke belirir. Güneş karartı halinde yavaş yavaş açılmaya başlar. Ufukta görülerek oluşumunu tamamlamak üzere iken altın bir küre gibi görünmeye baslar. Döndükçe etrafa binlerce ışık saçar. İnsanoğlunun daha önce görmediği renkleri o anda görmek mümkündür. Gözlerde yaşarma, ışık saçma ve yanında seyredemem gibi durumlar olur. Bu görkemli doğa olayını anlatmada sözcükler bile yetersiz kalır. Bu anı kaçırmayın.

     KAPLICALAR(Kös Kaplıcaları)

     Bingöl-Karlıova karayolunun 20. km sinde olup yaz ve kış aylarında ulaşım sağlanabilmektedir. Kaplıcaların 1 moteli, 1 oteli, 1 pansiyonu ikisi kapalı olmak üzere 3 yüzme havuzu, lokantası, çay bahçesi, araç parkı bulunmaktadır. Yerli ve yabancılar burada dinlenmek, şifa bulmak için akın akın gelmektedir

     KAYAK EVİ

     Bingöl - Elazığ karayolu üzerinde yol çatı köyünde olup, Bingöl'e 22 km uzaklıktadır. Kayak Evi Bingöl Gençlik  Spor il Müdürlüğüne bağlıdır. Bina iki katlı, kaloriferli ve 50 yatak kapasitelidir. Ayrıca lokantası, banyosu ve dinlenme yeri mevcuttur. Tele ski 44  askılıdır. Kayak arabası ve kayakla yürüyüş alanı mevcuttur. Pistin uzunluğu 950 m. olup 100 m. genişliğindedir. Her türlü kış sporlarına elverişli olup, kış sezonu boyunca halkın hizmetine açıktır.

     CIR ŞELALESİ

     Uzun dere köyünün adını aldığı derenin, Çir taşı adi verilen 100 m. yükseklikteki kayalığın ortasından geçen güzel görünümlü bir şelaledir. Su 50 m. yükseklikten alt tarafı kayalık olan dere yatağına düşerken güzel bir görünüm arz etmektedir. Ilıca bucağı merkezine 8 km. uzaklıkta olan şelaleye iki ayrı yoldan gidilmektedir. Çir taşının olduğu bölgede ayrıca kayalıklar ve mağaralar bulunmaktadır. Bu kayalıklarda daha çok yırtıcı kuşlar yaşar.

     İÇMELER

     Bingöl-Genç karayolunun 9.km. sindedir. Kış mevsimi hariç diğer mevsimlerde yerli ve yabancılar sabahtan aksama kadar su üzerinde büyük bir kalabalık oluşturmaktadır. Söz konusu suyun, kronik romatizma, kadın hastalıklarında ve böbrek taşlarını düşürmeye yaradığı tespit edilmiştir

    Samsun Güzellikeleri
    Samsun Batık Köy

    Samsun Gece

    Samsun Sahil Yolu

    Samsun Amisos Tepesi

    Samsun Doğal Güzellikleri

    Samsun Çarşamba

    8 Aralık 2012 Cumartesi






    Kuruluş
    eşbin yıldan beri yerleşime sahne olan Bursa'nın 7 km. kuzeyinde Demirtaş nahiyesinin 25 km. güneyinde 90 m. çevresi 5m. yüksekliği olan "Demirtaş Höyüğü" yer almaktadır. Bu höyükte genellikle elde az miktarda da çarkta yapılmış kase küp ve testilere ait seramik parçaları bulunmaktadır. Bunlar erken bronz çağdan kalmış olup M.Ö.2500 yıllarına tarihlenir.
    Kentin 14 km. batısında Çayırköyü'nün 1 km. güneybatısındaki "Çayırköy Höyüğü"nün boyutları Demirtaş Höyüğü ile aynıdır. Burada bulunan seramik parçalarında gri kırmızı grikahverengi ve siyah renkler hakimdir. Bulunan seramik parçalarının önemli kısmı elde çok az miktardakiler de çarkta yapılmıştır. Höyüğün en eski buluntusu M.Ö.2700 yılına aittir.
    Günümüzden yaklaşık 5000 yıl önce insanların yerleştiği bu Topraklara M.Ö. VII. yüzyılda Trakya'da Strümon nehri kenarında oturan Bitynler ve akrabaları Tnyniler İskit saldırılarına karşı koyamayınca kuzeybatı Anadolu'ya göç ederek yerleşirler. Bu verimli topraklara Bitynia adını verirler. Kısa zamanda sınırlarını genişletmelerine rağmen M.Ö.VI yüzyılda bölgede güçlü orduya sahip Lidyalıların hakimiyetine girmekten kurtulamazlar. M.Ö.546'da Lidya Kralı Kroisos Pers orduları karşısında mağlup olunca bölge M.Ö.453 tarihine kadar Pers İmparatorİuğu sınırları içine girer.
    Makedonya İmparatoru İskender'in bu bölgeleri hegemonyasına alması M.Ö.325 yılından ölümüne kadar devam eder. Bithnia ve Küçük Asya toprakları İskender'in ölümü üzerine komutanları arasında yapılan paylaşımda Antigonos'un idaresine girer. Fakat İskender'in komutanları arasında bir süre mücadeleler devam eder. Bu fırsattan BiTHYnia Krallığı yararlanır. Bitynlileri yöneten Doidalses bölgede bağımsız bir krallık geliştirdi. Krallık Zipoites (M.Ö.327-279) zamanında komşuları tarafından tanınıp saygı gördü. Ziopites'in oğlu I.Nikomedes (M.Ö.279-250) yılları arasında sınırları genişletti. Küçük Asya'nın en saygın krallığı haline getirdi.
    Orta Avrupa'dan üç kol halinde akan Galatlar (M.Ö.278-277) yıllarında Batı Anadolu'dan başlayarak önüne gelen her yerleşim birimini istila edip yağmaladılar. Galat akınlarından sonra Anadolu'da çeşitli kent devletleri oluştu. Bu sarsıntıdan sonra Ziaelas (M.Ö.192-146) II.Nikomedes M.Ö.146-92 III.Nikomedes M.Ö.92-75 ve IV.Nikomedes M.Ö.75-74 tarihleri arasında ülkeyi yönettiler.
    II.Nikomedes batıdaki Roma İmparatorluğu'na karşı Pontus kralı Mitridates ile anlaştı. Fakat yerine geçen III. Nikomedes babasının izlediği politikanın tam tersini tatbik edip Roma İmparatorluğu ile anlaşıp Pontus Krallığı ile çatışmaya girişti. Bunda başarı kazanamamasına karşın Roma İmparatorluğu'nun özel desteği ile istiklalini korudu. Ölünce yerine geçen IV.Nikomedes M.Ö.74 yılında ülkesini Roma İmparatorluğu'na bağışladı. Böylece Bithynia Roma'nın bir eyaleti haline geldi.
    İmparator Domitian (81-96) zamanında göreve getirilen Plinius İmparator Trajanus (98-117) zamanında Bithynia eyaleti Prokonsüllüğüne terfi etti. Bölgede hakimiyet sağlandıktan sonra imar faaliyetlerine girişti. Fakat bundan Prusa'dan çok Nikaia(İznik) ve Nicomedia (İzmit) faydalandı. Bursa'da sadece bir hamamın tamir edildiği öğrenilmektedir.
    Antik kaynaklar bugünkü Bursa'nın kurucusunu I.Prusias (M.Ö.232-192) olarak göstermektedir. Kartaca Kralı Hannibal Roma İmparatorluğu ile yaptığı savaşı kaybedince birlikleriyle beraber I.Prusias'a sığınır. Burada zafer kazanan bir komutan gibi karşılanıp saygı görür. Bu yakınlığa karşılık olarak Hannibal emrindeki askerlerle bir şehir inşa eder. Buna Prusias'ın adını verip ona armağan eder. Kurulduğunda bugünkü hisar içinde olan şehir günümüzün bir Mahallesi kadardı. Bithynia krallık dönemine ait tümülüs'te M.Ö.II yüzyıla ait çok önemli belgeler bulunmuştur.
    Roma İmparatorluğu zamanında (Prusa ad Olympium) Uludağ Bursa'sı adını alan şehirde o döneme ait mermerden bir kadın heykeli ve ostotek bulunmuştur.
    İmparator Justinianus (527-565) zamanında Pythia'da (Çekirge'de) yeni hamamlar yaptırılmıştır. 1935 yılında Hisar içinde tonozlu odalar bulunmuştur. Hisar içinde Yer Kapı'da bulunmuş erken Bizans devrine ait taban mozaiği önemli arkeolojik kalıntılardandır. Tophane'de Bizans döneminden bir şapel ve manastıra ait mozaikler bulunmaktadır.
    Prusa (Bursa) 1204-1261 yılları arasında Nikaia'a (İznik)'e bağlı sönük bir tekfurluk olarak yaşamını sürdürdü.
    Bugün ülkemizin en zengin Bizans devri mezar stelleri ve çeşitli mimari eser parçaları seramikler sikkeler Bursa Arkeloji Müzesi'nde sergilenmektedir

    Türkiyenin tarihi ve turistik yerleri listesi,Türkiyenin Gezilecek Yerleri, Ülkemizde görmeye değer başlıca yerler neresi, Türkiyenin en güzel yerleri, Ülkemizde nereleri gezmeliyiz, Turkey most beautiful and interesting pleaces list, Ülkemizin en güzel yerleri listesi,Türkiye Turistik Yerler,Türkiyede Nereler Gezilir



    1.Pamukkale/Denizli
    2.Kaçkar Dağları
    3.Bozcaada /Çanakkale
    4.Tuzgölü/Ankara Şereflikoçhisar
    5.Selimiye Camii /Edirne
    6.Bozcaada /Çanakkale
    7.Yerebatan Sarnıcı /İstanbul
    8.Aspendos/Antalya
    9.Efes Antik Kenti/Selçuk İzmir
    10.Assos Behramkale/Çanakkale
    11.Taşköprü/Silifke
    12.Ayetekla
    13.Cennet Çöküğü
    14.Cambazlı Klisesi
    15.Tevekkül Ve Sultan Türbesi
    16.Alaaddin Camii
    17.Jüpiter Tapınağı
    18.Göksu Deltası
    19.Frederik Barbarossa Anıtı
    20.Kipsirs Şehitliği
    21.Kültür Evi
    22.Tekir Ambarı
    23.Uzun Çaburç(Diocaeserea)
    24.Demirci Anıt Mezarı
    25.Atatürkün Evi
    26.Işık Kale
    27.Kara Kabaklı
    28.Tokmar Kalesi
    29.Adam Kayaları
    30.Silifke Kalesi
    31.Galata Kulesi /İstanbul
    32.Süleymaniye Camii/İstanbul
    33.Meriç Köprüsü /Edirne
    34.Kızkalesi/Mersin
    35.Korikos Kalesi/Mersin
    36.Ayaş/Mersin
    37.Kanlı Divane/Mersin
    38.Roma Yoku/Mersin
    39.Dört Anıtlı Anıtmezar/Mersin
    40.Kilise Burnu/Mersin
    41.Çukurpınar Mağarası/Mersin
    42.Alaköprü/Mersin
    43.Mamure Kalesi/Mersin
    44.Alahan Manastırı/Mersin
    45.Cehennem Çukuru/Mersin
    46.Cennet Obruğu/Mersin
    47.Antik Basamaklar/Mersin
    48.Astım Mağarası/Mersin
    49.İzmir Saat Kulesi/İzmir
    50.Nemrut Dağı/Adıyaman
    51.Girlevik Şelalesi/Erzincan
    52.Sümela Manastırı/Trabzon
    53.Yedigöller Milli Parkı/Bolu
    54.Göreme/Nevşehir
    55.Dolmenler/Edirne
    56.Ainos Antik Kenti/Edirne
    57.Bergama-Pergemon Antik Kenti/İzmir
    58.Midyat/Mardin
    59.Bodrum Kalesi/Bodrum-Muğla
    60.Abant
    61.Ayancık Şelelesi/Sinop
    62.Alanya Kalesi/Antalya
    63.Damlataş Mağarası/Alanya
    64.Düden Şelalesi /Antalya
    65.Kurşunlu Şelalesi/Antalya
    66.Alanya Kalesi/Alanya
    67.Manavgat Yaylalar/Anyalya
    68.Avanos/Nevşehir
    69.Göreme/Nevşehir
    70.Uçhisar/Nevşehir
    71.Ortahisar/Nevşehir
    72.Ürgüp/Nevşehir
    73.Soğanlı Vadisi/Nevşehir
    74.Ihlara Vadisi/Nevşehir
    75.Gülşehir/Nevşehir
    76.Samsat Höyük/Adıyaman
    77.Besni Kalesi /Adıyaman
    78.Pirin Kaya Mezarları/Adıyaman
    79.Gerger Kalesi/Adıyaman
    80.Cendere Köprüsü/Adıyaman
    81.Dupnisa Mağarası/Kırklareli
    82.Dolmenler/Kırklareli
    83.Aşağıpınar Höyüğü/Kırklareli
    84.Kanlıgeçit Höyüğü/Kırklareli
    85.Vize Kalesi/Kırklareli
    86.Kıyıköy Kalesi/Kırklareli
    87.Aya Nikola Manastırı/Kırklareli
    88.Tekirdağ Müzesi
    89.Rokaczi Müzesi/Tekirdağ
    90.Namık Kemal Evi/Tekirdağ
    91.Gökçeada/Çanakkale
    92.Gelibolu Yarımadası Milli Parkı/Çanakkale
    93.Laodikeia/Çanakkale
    94.Rumeli Hisarı /İstanbul
    95.Yeşil Türbe/Bursa
    96.Yeşil Cami/Bursa
    97.Uşak Kanyonu
    98.Melen Çayı
    100.Giresun Kalesi
    101.Trebolu Kalesi
    102.Enez
    103.Bozburun
    104.Manyas
    105.Kadifekale /İzmir
    106.Agora /İzmir
    107.Mevlana Müzesi/Konya
    108.Uludağ//Bursa

     Ülkemizde yerleşim hayatının çok eski tarihlere kadar uzanması ve çok çeşitli uygarlıkların yönetimi altına girmesi ören turizmine konu oluşturan antik kentlerin oldukça geniş bir sayı oluşturmasını sağlamıştır. Bu antik kentlerden Truva (Çanakkale), Bergama (İzmir), Efes (Kuşadası), Milet, Didim (Aydın), Ege kıyı bölgesinde, Kaunos (Köyceğiz), Phaselis, Perge, Aspendos, Side (Antalya), Akdeniz kıyılarında, Nemrut Dağı harabeleri (Adıyaman, son yıllarda terör olayları nedeniyle ziyaretçi sayısında büyük ölçüde azalma olmuştur.), Alacahöyük, Boğazköy (Çorum) iç kesimlerde en çok ziyaret edilen antik kentlerdir.


        Ülkemizde eski devirlerde kurulmuş savaş ve depremler sonucu yıkılmış ve defalarca tekrar kurularak günümüzde insanın eseri olarak bir tepe oluşturmuş höyük adıverilen tarihi yerleşmelere de rastlanır. 800 dolayında yeri bulunmuş höyük olan ülkemizde zaman zaman yapılan kazılardan elde edilen eserler müzelerde sergilenmektedir. Bu höyüklerden Çatalhöyük (Konya), Kültepe (Kayseri), İkiztepe (Samsun), Çavuştepe (Van) başlıcalarıdır. Ayrıca ilk yerleşim izlerine rastlanan bazı mağaralar da (Karain, Beldibi, vb.) bulunmaktadır.


        Yurdumuzda çok sayıda tarihi eserlere de rastlanır. Bunlar kale, köprü, han, kervansaray, çeşme, camii, manastır ve benzeri eserlerden oluşur. Bunlardan Meryem Ana ile ilgili dinsel bağlantılar çok sayıda hacı adayını çekerken, Noel Baba'nın piskoposluk yaptığı Demre, tüm ulaşım zorluklarına karşın Sümela Manastırı, kaya kiliselerin yer aldığı Kapadokya ve Ihlara Vadisi, HacıBektaş-ı Veli Türbesi, Mevlana Türbesi ile diğer kilise ve camiiler turizm faaliyetlerine dinsel bir içerik katar. Avrupalıve Amerikalıturistelerin en çok ilgi gösterdiği yerlerin başında gelen müzeler ise genellikle büyük şehirlerimizde toplanmıştır. Ülkemizde ilk arkeolojik müze 1891 yılında açılan İstanbul Arkeoloji Müzesidir. Bu müzemizi 1924 yılında açılan Topkapı Sarayı Müzesi ve 1928 yılında açılan Ankara Etnografya Müzesi izlemiştir. Günümüzde 90 dolayında müzenin yer aldığıülkemizde turistlerin en çok ziyaret ettikleri müzeler İstanbul'da Osmanlı dönemine ait eserlerin sergilendiği Topkapı Sarayı ve müzesi, Dolmabahçe Sarayı, Yıldız Sarayı, Arkeoloji müzesi, Beyazıt Etnografya müzesi, Türk-İslam eserleri müzesi, Ayasofya müzesi, Askeri müze, Ankara'da Etnografya Müzesi, Arkeoloji Müzesi, Hitit Müzesi, Anıtkabir Atatürk Müzesi, Konya Mevlana müzesi, Antalya'da Arkeoloji Müzesi sayılabilir.

        Ülkemizde çeşitli tarihlerde düzenlenen festival ve fuarlarda gerek iç turizmi hareketlendirmek gerekse tatil amacıyla gelenlerin kalışsüresini uzatarak, turizm gelir lerinin arttırılmasına çalışılır. İstanbul festivali (15 Haziran-20 Temmuz), İzmir Uluslararası Fuarı (20 Ağustos-20 Eylül), Antalya festivali (25 Mayıs-5 Haziran), Konya Mevlana Haftası (12 Aralık-17 Aralık) bunların başlıcalarıdır.

    Bayezit Camii
    Sultan Bayezit ll'nin Edirne'de yaptırdığı Bayezit Camii ile buna bağlı medrese, şifahane v.b.'den oluşan eserler topluluğu.

    Sultan Bayezit Camii ve külliyesi 1484-1488 yıllarında Mimar Hayrettin tarafından yapıldı. Külliyenin bütünü 100 kadar kubbe ile kaplıdır. Caminin kubbesinin çapı 22,55 metredir, yanıbaşında küçük avlulu bir medrese ve biraz açığında geniş avlulu bir şifahane vardır. Sultan Bayezit II bu külliyenin yönetimi için 167 görevli atamıştı. Buradaki Tıp Medresesi'nde okuyan öğrenciler hastahanelerde staj görüp yetişirlerdi. Ülkenin ünlü bilginleri Bayezit medreselerinde müderrislik (profesör) ederlerdi.


    ŞİFAHANE

    Bayezit külliyesine bağlı şifahanede akıl ve ruh hastaları tedavi görürdü. Tedavi aracı olarak müzik, çiçekler, çeşitli av etleri ve ilaçlar kullanılırdı. Şifahanenin başlıca tedavi aracı müzikti. Bilindiği gibi XIX. yy.a kadar Avrupa'da akıl ve ruh hastalarına çok kötü muamele edilirdi. Buna karşılık Osmanlı ülkesinde bu hastalara her zaman iyi davranılırdı. Hastaları müzikle tedavi etmek için şifahanede hanende (şarkı söyleyen) ve sazende (çalgı çalan) olarak 10 görevli bulunuyordu. Bunlardan üçü şarkı söyler, diğerleri çalgı çalarlardı (ney, keman, muskar, santur, cenk, cenk santur, ud).


    Tedavide çiçeklerden de yararlanılırdı. Çiçeklerin yalnız rengi değil kokusu da hastalar üzerinde iyi etki bırakırdı. En çok kullanılan çiçekler sümbül, lâle, reyhan, karanfil, şebboy, nesrin, yasemin, deveboynu, zerrindi.


    Av etlerine gelince, her hasta için hekim öğüdüne göre özel tarzda pişirilen çeşitli yabani kuş etleri kullanılırdı: keklik, turaç, sülün, kaz, ördek v.b. Bu arada memeli hayvanlardan geyik etine de yer verilirdi.


    Şifahanenin eczane kısmı da çok işlekti. Haftanın iki gününde eczaneden her isteyene bedava ilaç verilirdi, ilaçlar burada hazırlanır, bunun için yüklü bir hammadde stoku bulundurulurdu. Sultan Bayezit II eczanede herkesin görebileceği yere bir yazı astırmıştı. Bu yazıda, muhtaç olmadığı halde her kim bu eczaneden ilaç alır da ticaret maksadı ile kullanırsa o kimsenin sakat kalıp fakir düşmesi dileği belirtiliyordu. Padişah ilencinden çok korkulduğu için fakir olmayanlar bedava ilaç almaktan çekinirlerdi.


    Tıp medresesinin tedavi merkezi olan dârüşşifa, kubbeli ve altı hücreli bir yapıdır. Hücrelerdeki akıl hastalarının birbirini görmemesi sağlanmıştır. Ortadaki havuzun çevresinde yer alan saz sanatçıları müzikle tedavi yapmış olurlardı.


    Selimiye Camii

    Edirne'deki ünlü Türk camii.


    Kanunî Süleyman'ın oğlu Selim II tarafından Edirne'de ünlü mimar Sinan'a yaptırılan Selimiye Camii, selâtin camilerinin en ünlülerinden biridir. Yapımı 1569'dan 1675'e kadar 6 yıl sürmüş ve yaptıran padişahın adıyla anılması için de Selimiye adı verilmiştir.


    Mimar Sinan bu camiyi yaparken o zamana kadar hiç bir mimarın başa*ramadığı bir işi başarmış, önceki bü*yük cami ve kiliselerde görülmemiş bir ustalıkla bütün camiyi tek bir kubbeyle örtebilmiştir. Bu yüzden Mimar Sinan'ın şöyle dediği söylenir: «Şehzade Camii'ni çıraklığımda, Süleymaniye Camii'ni kalfalığımda, Selimiye'yi ustalığımda yaptım».


    Gerçekten de o zamana kadar bu gibi eserlerde ana kubbe kademeli olarak yarım kubbelerin üstünde yükselirdi. Sinan, bu camide ana kubbeyi 8 filayağına dayanan sekiz köşeli bir kasnak üzerine oturtmuştur. Kasnak filayaklarına, filayakları da dış desteklere kemerlerle bağlanmıştır. Kubbenin yüksekliği 15,86 m'dir (Ayasofya'nın kubbesinden l m daha yüksek). Caminin içi İznik çinileriyle süslenmiştir.

    ÜÇ ŞEREFE ÜÇ MERDİVEN

    Caminin dört köşesinde yer alan dört minarenin dördü de üç şerefelidir. Giriş kapısının iki yanındaki minarelerin üç şerefesine üç ayrı merdivenle çıkılır. Öteki minareler birer merdivenlidir; her birinin yük*sekliği 70,889 m'dir. Minarelerin kubbeye yakınlığı camiye ayrı bir estetik güzellik vermektedir.

    Selimiye bir külliye olarak yapılmıştır. Taş duvarlarla sınırlı geniş avlunun içinde dârülsıbyan (çocuk okulu), dârülkurra (Kur'an kursu) ve medrese vardı. Ortasında oymalarla süslü bir şadırvan bulunan revaklarla çevrili Selimiye Medresesi şimdi müze haline getirilmiştir. Caminin cümle kapısı mermer sarkıtlarla süs*lenmiştir. Avlunun dış kapısında bile ince bir işçilik göze çarpar.








    Akarsular



    Dilsiz Bölge Haritası



    Sönmüş Volkanlar ve Dağlar



    Akarsularımız



    Fay Hatları



    Turistik Harita



    Türkiyenin Uydu Haritası



    Türkiyenin Toprak Haritası



    Türkiye Nüfus Yoğunluğu