28 Şubat 2011 Pazartesi

Babası: Yavuz Sultan Selim
Annesi: Hafsa Hatun
Doğumu: 27 Nisan 1495
Vefatı: 7 Eylül 1566
Saltanatı: 1520 – 1566 (46) sene Kanuni Sultan Süleyman, Trabzon'da dünyaya geldi. O sırada babası orada vali idi. Babası O'nu küçük yaştan itibaren çok titiz bir şekilde yetiştirmeye başladı ve emsali görülmeyen bir terbiye ve tahsil ile yetiştirildi. 26 yaşında padişah oldu



Çok ciddi ve vakurdu. Teenni ile hareket ederdi. Yapacağı işler hakkında hiç acele etmez, gayet geniş düşünür ve verdiği emirden geri dönmezdi. İs başına getireceği adamların kabiliyet derecelerine göre vazife verirdi. Kanüni'nin yüzü yuvarlak, gözleri elâ, kaşları arası biraz açık, doğan burunlu, uzun boylu ve seyrek sakallı idi. Azim ve irade sahibiydi. Devri Türk hakimiyetinin kemale ulaştığı bir devir olmuştur. Kendisine Kanüni denmesi, yeni kanunlar icad etmesinden değil, mevcut kanunları yazdırtıp çok sıkı bir şekilde tatbik etmesinden dolayıdır. Zamanında İngiltere Kralı. Vlll.Henri, İstanbul'a bir heyet gönderip, adalet mekanizmasının nasıl işlediğini tetkik ettirerek kendi memleketine örnek almıştır. Avrupa tarihçilerinin Muhteşem Süleyman dedikleri büyük hükümdar, büyük dedesi Fatih gibi sayısız seferlere bizzat kendisi iştirak etmiştir.


Zamanında cereyan eden mühim hadiselerden bazıları şunlardır:1522 senesinde Rodos'u aldı. Fransa KraIının yardım isteğini kabul ederek Alman İmparatoruna bir mektup yazdı ve Alman İmparatoru, Birinci François'i serbest bıraktı.1526'da Mohaç Muharebesi ile Macaristanı ortadan kaldırdı. Budapeşte'yi fethetti.1529'da Viyana'yı kuşattı. 1532'de Avusturya seferine çıktı. 1533'te Almanya ile anlaşma imzalandı. 1537'de Otranto fethedildi. Ancak, Venedik Savaşı sebebiyle daha sonra ordu Otranto'dan çekildi. 1543'de Estergon, İstoini ve Belgrad'ı fethetti. Barbaros kardeşler Akdeniz'de yenmedik donanma bırakmadılar ve Kuzey Afrika'yı alarak Osmanlı topraklarına bağladılar. Kırım Hanları, Moskova'ya kadar ilerlediler. Hint Okyanusu'na donanma gönderilerek oradaki Müslümanlara yardımlarda bulunuldu. Sudan ve Habeşistan'da fetihler yapıldı.1548'de Tebriz dördüncü defa alındı. Osmanlıların en büyüklerinden birisi olan Muhteşem Padişah 7 Eylül 1566 günü savaş meydanında iken ahiret âlemine irtihal etti. Oanda Zigetvar kuşatmasını idare ediyordu.


Vefatında 71 yaşını 4 ay 10 gün geçiyordu. 46 sene padişahlık yaptı. Büyük bir devlet adamı ve ünlü bir şairdi. Meşhur şiirlerinden birisi şudur:


Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi.
Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi.
Saltanat dedikleri bir cihân kavgasıdır.
Olmaya baht ü saadet dünyada vahdet gibi.


Babasından 6.557.000 km² olarak devraldığı İmparatorluğun topraklarını, 14.893.000 km² ye çıkarmıştı. Cenaze namazını Şeyhülislâm Ebussuud Efendi ve Nakibü'I - Eşraf Taşkentli Muhterem Efendi kıldırmıştır. Süleymaniye Camii avlusundaki türbesinde gömülüdür.


Silsile-i Saadâd'tan Hâce Muhammed Zâhid Bedahşi (k.s.) Hazretleri, Şeyh Sünbül Sinan, İbrahim Gülşeni, Şeyh Hamidullah'ın oğlu Hattat Mustafa'Dede, Kara Davud, Beyzavi'ye haşiye yazan Şeyhzade, Humayünnâme sahibi Alâaddin, Mülteka sahibi İbrahim Halebi, Şahidi İbrahim Dede, Ahteri sahibi Mustafa Efendi, Lügat sahibi Nimetullah Efendi, Şeyh Merkez Efendi, Kırklardan Hızır Efendi ve İşbah müellifi İbni Neciym, Kanüni devrinde yaşamış ve yine o devirde vefat etmiş büyüklerdir.


Erkek Çocukları:
İkinci Selim, Bayezid, Abdullah, Murad, Mehmed, Mahmud, Cihangir, Mustafa.


Kız Çocukları:
Mihrimah Sultan, Raziye Sultan.

TÜRKLERIN DÜNYA HARITASI ÜZERINDE DAGILIMI
1- TÜRKİYE CUMHURİYETİ  
2- KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ 
3- NAHCİVAN ÖZERK CUMHURİYETİ  
4- AZERBAYCAN CUMHURİYETİ 
5- TÜRKMENİSTAN CUMHURİYETİ  
6- ÖZBEKİSTAN CUMHURİYETİ  
7- KAZAKİSTAN CUMHURİYETİ 
8- KIRGIZ CUMHURİYETİ  
9- ALTAY TÜRKLERİ  
10- HAKAS CUMHURİYETİ 
11- TUVA CUMHURİYETİ  
12- SAHA-SİRE (YAKUTİSTAN) CUMHURİYETİ 
13- BAŞKURDİSTAN CUMHURİYETİ  
14- TATARİSTAN CUMHURİYETİ  
15- ÇUVAŞİSTAN CUMHURİYETİ  
16- BOSNA HERSEK 
17- DOĞU TÜRKİSTAN  
18- SARI UYGUR VE SALUR TÜRKLERİ  
19- DAĞISTAN TÜRKLERİ 
20- KUMUK TÜRKLERİ 
21- ÇEÇENİSTAN CUMHURİYETİ - İNGUŞETYA CUMHURİYETİ  
22- KABARTAY-BALKAR TÜRKLERİ  
23- KARAÇAY - ÇERKES ÖZERK CUMHURİYETİ 
24-ABHAZYA 
25- ACARA TÜRKLERİ 
26- AHISKA TÜRKLERİ 
27- KIRIM MUHTAR CUMHURİYETİ (KIRIM TATAR TÜRKLERİ)  
28- GAGAVUZ ÖZERK BÖLGESİ 
29- BATI TRAKYA TÜRKLERİ  
30- MAKEDONYA TÜRKLERİ  
31- KOSOVA TÜRKLERİ  
32- BATI VE ORTA AVRUPA'DA YAŞAYAN TÜRKLER  
33- FİNLANDİYA TÜRKLERİ  
34- SAHA TÜRKLERİ 
35- DOĞU SİBİRYA TÜRKLERİ  
36- TOBOL TÜRKLERİ  
37- TATAR TÜRKLERİ 
38- BAŞKURT TÜRKLERİ  
39- MİŞER TÜRKLERİ  
40- NOGAY TÜRKLERİ  
41- STAVROPOL TÜRKLERİ 
42- GÜNEY AZERBAYCAN TÜRKLERİ  
43- IRAK TÜRKLERİ  
44- SURİYE TÜRKLERİ 
45- HORASAN TÜRKLERİ (TÜRKMENLERİ)  
46- AFGANİSTAN TÜRKLERİ  
47- TACİKİSTAN TÜRKLERİ  
48- KAŞGAY TÜRKLERİ 
49- HAMSE TÜRKLERİ 
50- MOĞOLİSTAN HOTUN TÜRKLERİ  
51- MOĞOLİSTAN KAZAK TÜRKLERİ  
52- ABD VE KANADA'DA YAŞAYAN TÜRKLER  
53- AVUSTURALYA'DA YAŞAYAN TÜRKLER  
54-ŞOR TÜRKLERİ 
55- KARAKALPAKLAR 
56- TELEÜT TÜRKLERİ  

21 Şubat 2011 Pazartesi




1-TÜRKLERDEN ÖNCE KÜTAHYA:
Anadolu ‘nun eski yerleşim yerlerinden birisi olan Kütahya ’nın kuruluş tarihini kesin olarak belirlemek mümkün olmamıştır. Ancak tarihinin çok eskilere dayandığı anlaşılmaktadır. Sırasıyla Hitit, Frigya, Lidya, Pers, Makedonya, Bitinya ve Bergama krallıklarının hakimiyetinde bulunmuş daha sonra Roma İmparatorluğu ve onun ikiye ayrılmasından sonra Bizans İmparatorluğunun hakimiyetine girmiştir.
Eski kaynaklara göre; Kütahya ’nın Antik Çağ’ daki adı Katiaenion’dur. Ünlü Antik Çağ coğrafyacısı Strabon ’a göre bu ad “Kotis’in Kenti” anlamına gelmektedir. Kotiaeion adı temel sözcük aynı kalmak şartı ile, farklı dönem ve yazılışlara göre “Kotiaion”, “Cotyaeum” ve “Cotyaium” olarak da kullanılmıştır. Kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, ilin tarihi MÖ VI. yüzyıla dayanmaktadır. İl toprakları içinde yerleşen en eski halk Frigler’dir. MÖ 1200 yıllarında, Anadolu’ ya gelen Frigler, Hitit İmparatorluğu’nun topraklarına girdiler. MÖ 676’da Kimmerler Frigya Kralı III. Midas’ı bozguna uğratarak, Kütahya ve çevresine egemen oldular.
Makedonyalı Büyük İskender ‘in tarih sahnesine çıkması ve Persleri mağlup ederek Anadolu ‘yu hakimiyeti altına almasıyla Kütahya el değiştirmiştir. (M.Ö. 333) Büyük İskender ‘in genç yaşta ölmesi üzerine imparatorluk parçalanmış ve Kütahya İskender ‘in kumandanlarından Antigonos ‘un eline geçmiştir.
M.Ö. 278 yılında Bitinya Krallığı Kütahya ‘yı topraklarına katmış ve daha sonra da Bergama Krallığını eline geçirmiştir. M.Ö. 62 yılında Sezar ‘ın damadı Pompoeus Kütahya ‘yı Roma İmparatorluğu topraklarına katmıştır. M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye ayrılınca Kütahya Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğunun hakimiyetine girmiştir. Kütahya, Romalılar zamanında hiristiyanlığın önemli merkezlerinden birisi haline geldi. Takibata uğrayan hiristiyanlar Kütahya ‘ya sığındılar. Putperest Roma şehrin tahsisatını kesti ve şehir ihmale uğrayarak bir süre bakımsız kaldı.
Roma ‘nın hiristiyanlığı resmen kabul edilmesinin ardından piskoposluk merkezi oldu. Bizans döneminde ise Kütahya ‘nın önemi çok arttı. Bizanslılar şehre hakim ve kale inşasına elverişli buldukları sarp tepeye burçlar ile tahkim edilmiş iki kat sur içinde bir şato yaptılar. Bu şato, Germiyanoğulları ve Osmalılar döneminde yapılan Kütahya Kalesinin esasını teşkil etmiştir.
Malezgirt’ te Sultan Alparslan yenilen Romanos Diogenes tahtını geri almak için giriştiği mücadelelerde yenilip esir düşünce, Kütahya ‘ya getirilip gözlerine mil çekilerek hapis edilmişdir. (Romanos daha sonra sevk edildiği Kınalı Ada ‘da vefat etmiştir.)



GEZİLECEK YERLER

Müze ve Örenyerleri

Arkeoloji Müzesi
Etnografya Müzesi
Örenyerleri
Uşak Arkeoloji Müzesi
Akmoneon - Banaz - Ahat
Sebaste - Sivaslı - Selçikler
Blaumdus - Ulubey - Sülümenli
Mesotimalos - Eşme - Düzköy
Güre Tümülüsleri - Güre

Sebaste (Selcikler) : Sebaste şehri, Roma İmparatoru Augustus tarafından M.Ö. 20 yılında Sebaste adıyla kurulmuştur. Roma döneminde 12 önemli şehirden biridir. M.S. 9. yüzyılda yakın çevresindeki kentlerin piskoposluk merkezi haline gelmiştir. En görkemli çağlarını Bizans döneminde yaşayan kentte büyük ve küçük olmak üzere iki kilise bulunmaktadır.

Karun Hazineleri



1960'lı yılların ortalarında Uşak'ın Güre Köyü yakınındaki Lidya Tümülüsünde yapılan kaçak kazılarda bulunan eserler, götürüldüğü Amerika'dan 1993 yılında mahkeme yoluyla geri alınan M.Ö. 6. yüzyıl Lidya dönemi eserleridir. Büyüklü küçüklü 450 parçadan oluşan bu hazine 1996 yılından bu yana Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.

Antik Çağda Anadolu'nun batısında yeralan, tarihçi Heredot'a göre üç sülalenin yönettiği Lidya İmparatorluğununun son sülalesi Mermnadlar, ülkeye yaklaşık 141 yıl egemen olmuşlar, Lidya'nın bölgede siyasi ve ekonomik yönden en önemli ülke olmasını sağlamışlardır. M.Ö. 7.y.yılın başında parayı icat ederek insanlık tarihindeki en önemli buluşlardan birini gerçekleştiren Lidya'nın, devrinin en zengin ülkesi olmasının önemli nedeni, Tmolos (Bozdağlar) dağlarından çıkan ve Hermos (Gediz) nehrine karışan Sart deresinin alüviyonları içerisindeki altındır. Birtakım entrikalarla ülkeyi ele geçiren üçüncü sülalenin son kralı Kroisos, M.Ö 560 yılında tahta geçmiş ve akılalmaz zenginliği ile Karun kadar zengin değimi ile ününü günümüze kadar taşımıştır.

Karun Hazineleri, M.Ö. 560-546 yılları arasında ülkesini yöneten bu kralın dönemine ait, Uşak ilinin 25 km. batısında, Uşak-İzmir karayolunun üzerinde bulunan Güre Köyü yakınlarındaki Lidya Tümülüslerinden çıkan eserlerdir. Kaçak kazılarda bulunan ve yurtdışına kaçırılan eserler, mahkeme yolu ile ülkemize tekrar geri getirilmiş ve Uşak Müzesinde sergilenmektedir. Lidya döneminin en görkemli eserleri olarak bilinen bu eserler altın gümüş bronz ve mermerden meydana gelmiştir.

Camiler

Burma Cami : 14. yüzyıl Osmanlı Dönemi yapılarındandır. Yapım tarihi kesin belli değildir. 1862-1922 yıllarında yangın geçirmiş, 1988 yılında iki kez onarım görmüştür. Minaresinin yapısından dolayı Burma Cami adını alan cami iki kubbelidir.

Ulu Cami : Yapılış tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, yapı tarzı Germiyan Beyliği Devrinin mimari özelliklerini yansıtmaktadır. Cami, 1 büyük 6 küçük kubbeden oluşmaktadır.

Hanlar

Paşa Hanı : 19. yüzyılda bir Fransız mimar tarafından yapılan Paşa Hanı, önceleri han olarak kullanılmış, restorasyondan sonra da otel haline getirilmiştir.


Bedesten : 1901'de İtalyan Mimar tarafından, iki katlı ve 30 odalı olarak kesme taştan yapılmıştır. Birinci katı sarraflar çarşısı olarak, üst katı ise çeşitli iş kolları için kullanılmaktadır.

prüler

Lidyalılar tarafından yaptırılan Cılandıras Köprüsü ile, Osmanlı Dönemişnden kalma Hacı Gedik Köprüsü, Çataltepe Köprüsü , Beylerhan Köprüsü ve Çanlı Köprüsü Uşak'ın önemli tarihi köprüleridir.

Cılandıras Köprüsü : Karahallı ilçesinde, Banaz Çayı üzerinde bulunan köprü, Lidyalılar tarafından, kral yolu üzerinde yaptırılmıştır. Kalemle işlenmiş kemerin taşları birbirine kenetlendirilmiştir.

Çataltepe Köprüsü : Gediz nehri üzerinde, Osmanlı Dönemine ait 3 kemerli bir köprüdür. Eski kervanyolku üzerinde bulunan köprü, bugün de kullanılır durumdadır.

Uşak Evleri

Osmanlı Mimarisi özelliklerini taşıyan sivil mimari örneklerine Aybey, Işık, Karaağaç ve Kurtuluş Mahallelerinde rastlamak mümkündür. Bu evlerin genellikle birinci katı taş örgü, ikinci katı ahşap, cumbalı ve beşik çatılı, alaturka kiremitlidir. Bu evler Kültür Bakanlığınca koruma altındadır.

Termal Tesisler

Örencik Termal Tesisleri : Uşak - İzmir yolu üzerinde olup, Güre köyüne 10 km. mesafededir. Kadın ve erkak için ayrı hamamları vardır.

Hamamboğazı Kaplıcası : Uşak-Ankara karayolu üzerinde, Banaz ilçesine 7 km. uzaklıktadır. Suyunun sıcaklığı 59 derece olup, yeme-içme tesisleri ve yüzme havuzu mevcuttur.

Doğal Güzellikler

Göletler: Uşak ilçelerinde sulama amaçlı pek çok gölet bulunmaktadır. Bunlardan önemlileri şunlardır:

Uşak-Ankara yolu üzerindeki Göğem yol ayrımından 7 km içerisindeki Göğem Göleti, orman içerisinde olup, çevresinde yöre halkının ikinci konutları bulunmaktadır. Örencik-Eşme yolu üzerindeki Takmak kasabasına 2,5 km uzaklıktaki Takmak Göletinde sazan balığı bulunmakta olup, günibirlik tesis mevcuttur. Karaağaç Köyündeki Karaağaç Göleti ise İl merkezine 7 km mesafede olup balık avlama imkanı bulunmaktadır.

Ulubey Kanyonları : İlin güney ve güneybatı kesiminde jeolojik yapının özelliğinden oluşmuş, 75 km. uzunluğunda bir kanyondur.

NASIL GİDİLİR?

Karayolu: Ankara-İzmir devlet karayolunun üzerinde yeralan Uşak, Ege Bölgesi ile İç Anadolu bölgesini birbirine bağlayan bir geçiş merkezi durumundadır. Otobüs Terminali kent merkezindedir.
Demiryolu: Demiryolu ile Uşak'a ulaşım mümkündür.
Havayolu: Uşak havaalanı, kent merkezine 4 km. mesafededir. Ulaşım şehir içi minibüslerle sağlanmaktadır.
CAMİLER

Damat ibrahim Paşa Camii


88 m boyunda, 44 m eninde dikdörtgen planlı bir avlu ile çevreli olan Camii'ye halk arasında Kurşunlu Camii de denmektedir. Cami'ye üç kapıdan girilir. Ana giriş avlu kapısının kuzeybatısında olup kapı üzerinde Şair Nedim'e ait bir mermer kitabe yeralmaktadır. Güney duvarındaki giriş kapısı ise yolun seviyesinden dolayı yüksekte kaldığından avluya merdivenlerle inilmektedir. 3. kapı ise doğudadır Camii giriş kapısı ve mihrap ekseni üzerinde şadırvan yer alır. Şadırvanın örtüsü kagir bir kubbe ve onu çevreleyen iki metre genişliğinde sekizgen, ahşap saçaktan meydana gelmiştir. Bu örtüyü sekizgen kesitli, sekiz adet sütun taşır. Sütunlarından aralarında siyah, beyaz almaşık düzende örülmüş sivri kemerler vardır. Şadırvanın mermer olan su haznesi, oniki planlıdır ve çeşmelerin olduğu yüzeyler, köşelerde sütunlarla birbirinden ayrılmıştır. Camii şahını 16.80x16x80 m ölçülerinde kare plandan yükselen sekizgene oturmuş kubbeyle örtülmüştür. Kıble aksında 6.00x6.85 bir mihrap önü nişi bulunur. Mihrap önü nişi, şahın zemininden 15 cm yüksektir. Kare planın köşelerindeki pandantiflere yarım kubbeler oturur. Dışta, sekizgenin köşelerinde inşa edilen ağırlık kuleleri ve alemleri Lale Devri'nin özeliklerini karakterize etmektedir. Yine dışta caminin köşelerinde yapıyı daha yüksek gösteren plastırlar bulunur. Beden duvarları, bölgeye has kesme taşlarla örülmüştür. Bu duvarlarla kubbenin ağırlığım taşıyan altı adet, geniş yivli yarım daire kesitli plastr bulunur. Kubbeye geçiş pandantifler ve tromplarla sağlanmıştır. Trompların baş kemerleri sivridir ve alçıyla mukarnas başlığı olan yarım sütun görünümündeki plastrların üzerinden başlar. Kubbe eteğinde iç dış bükey profillerle elde edilen bir konsol üzerinde galeri yer alır. Yarım küre kesitli kubbenin tepe noktasında kubbe yüzeyinden girinti yapan sekizgen bir göbek bulunur. Göbeğin ortasında mukarnaslı sarkıt vardır. Caminin giriş kapısı ahşap kanatlıdır. İçte ve dışta sivri kemerli nişler içerisine yerleştirilmiştir. Mermer profillerden oluşan bir çerçeve içindeki bu giriş kapısının yanlarında küçük birer niş bulunur. Son cemaat yeri beş kubbelidir.Üç basamakla çıkılan giriş döşemesinden 30 cm yüksekliktedir. Mermer mukarnaslı başlıkları olan mermer sütunlar üzerine oturmuştur. Sütunlar arasında sivri kemerler bulunur. Kuzeydoğu köşesinde bulunan minareye son cemaat yerinden basık kemerli bir kapıyla çıkılır. Kaide kısmı beden duvarın üst koduna kadar yükselir. Gövdesi ve şerefesi onaltıgen plana sahip minarenin sivri külahı kurşunla kaplıdır. Şerefesi barok tarzdadır. Cami dört sıra pencerelerle aydınlatılmış olup üç sırası sivri kemerli ve vitray camlıdır. Camide iç mekanda mihrap, minber, galeride dış mekanda cami portalinde, son cemaat yerinde mermer üzerinde, minare şerefesi altı ve şadırvan kemerlerinde yöreye has taş üzerinde uygulandığı görülür. Mihrap, profillerden meydana gelen dikdörtgen çerçeve içinde üzeri altı sıra mukarnas dizisiyle kapanmış nişten oluşmaktadır. Camide mermer işçiliği ile birlikte Lale Devri bezeme anlayışının en yoğun uygulandığı yer minberdir. Minber merdivenini taşıyan üçgenin alt kısmında dikdörtgen karelerin oluşturduğu yedi çerçeve vardır ve içlerinde kedi gözü bulunmaktadır. Bunlardan minber kapısı tarafında olan iki tanesinin içi oyulmayıp bu boşluğa vazo içerisinde çiçek buketi kompozisyonu yapılmıştır. Çiçek buketi, buğday başağını andıran laleler, yapraklar ve natüralist üslupta çiçeklerden oluşmaktadır. Merdiven boşluklarıyla bu kedi gözlerinin oluşturduğu çerçeveler arasında kalan üçgen yüzeyin ortasında birer gülbezek motifi yerleştirilmiştir.


Gülşehir Karavezir Kurşunlu Camisi

1779 yılında Gülşehir'li Karavezir Silahtar Seyyid Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Vakfiyesinden cami mimarının 8 akçe yevmiye ile çalışan Ebu Bekir Veledi Halil Efendi olduğu anlaşılmaktadır. Uç kapılı bir avluda yer alan Karavezir Camii, yaklaşık 400m2 bir alanı kaplamaktadır. Osmanlı mimarisinin karakteristik özelliklerini taşıyan cami, iki renkli kesme taştan yapılmış, kare planlı, ana mekanını kaplayan 11 m çapındaki kubbe dört kemer üzerine oturtulmuştur. Kubbe dört sivri kemer ve köşelerde pandantifler ile beden duvarları üzerine oturmuştur. Kubbe ağırlığını kısmen köşe kuleleri ve payeler, kısmen de kemerler taşır. Kuzey cephesinde fazla simetrik olmayan 6 sütunun taşıdığı üç gözlü son cemaat yeri bulunmaktadır. Üç kubbede de derinlemesine aynalı tonozla örtülüdür. Sütunlar birbirlerine basık sivri kemerle bağlanmıştır. Son cemaat yeri kubbeleri, içten pandantiflerle, dıştan kasnağa oturur. Kubbelerde yer yer nemden dökülmüş olmakla beraber kalem işi süslemeler bulunmaktadır. Giriş kapısı çerçevesinin üzerinde profilli barok üslupta mermer kitabe bulunmaktadır. Yeşil zemin üzerine altın yaldızla işlenmiş madalyon şeklinde L Abdülhamid'in tuğrası yer alır. Tuğranın yan taraflarında siyah, yeşil, mavi renkte yağlı boya ile boyanmış birer demet çiçek bulunmaktadır. "Şahı-Şahani Hamidi Şeyh Sadr-ı Zişan-ı Silahtar Paşa, hayr-ı niyetiyle razı-i Hak içün, kıldı bu cami pür nuribina, sıdkile aşafı alişane, beş vakitte idelim hayr ve dua, tam tarih-i itmamın da oldı bir beyt ile lüfti göya, kıldı bu camii ehya-e lillah-i sahibi SadrMehmed Paşa 1193.


Ürgüp Taşkınpaşa Camisi


(+)

Nevşehir, Ürgüp ilçesinin, Damsa köyü merkezinde yer alan Taşkınpaşa Camii, Karamanlılar Dönemi'ne aittir. Bugün beyaz badana ile boyanması nedeniyle çirkinleştirilmiş portali geometrik bezeli bordürlerle süslüdür. Kesme taştan inşa edilmiş cami, kıble yönünde üç nefli, on bir tonozla örtülüdür. Kemerler mermer başlıklı payeler üzerine oturur. Camiinin üzeri ise düz toprak damdır. Halen Ankara Etnografya Müzesi'nde sergilenen cevizden kakma tekniğinde yapılmış mihrabı, bugüne kadar kalan tek ahşap örnek olması nedeniyle önemlidir. Mihrabın etrafındaki iki sıra bordur arabesk süsleme ve ayetlerle süslenmiştir. Mimberi ise büyük bir özenle işlenmiş, Selçuklu Dönemi'nden beri Anadolu'da uygulanmaya başlatan kündekari tekniğinde yapılmışlardır. Bir çatma tekniği olan kündekaride sekizgen, baklava ve yıldız şeklindeki ahşap parçalar birbirlerine iç içe geçerek bağlanmış,birbirlerine tutturmak için çivi ya da yapıştırıcı kullanılmamıştır. Parçalar geçme olduğundan ahşabın kuruması nedeniyle ayrılmalar ve çatlaklar oluşmaz.


Selçuklu Döneminden Kalanlar

Alaeddin Camii (Avanos): I. Alaeddin Keykubat tarafından yaptırıldığı kabul edilen cami, farklı devirlerdeki eklerle değişikliğe uğramıştır. Mihrap ve minber sık sık boyanıp elden geçirildiği için özelliklerini kaybetmiş parçalardır. Kuzeydeki enlemesine dikdörtgen kışıma küçük bîr kubbeli mekânla geçilir. Bu kısım oldukça geç bir tarihte yapılmıştır. Güneydoğu köşesindeki minare ise 1950'de ilâve edilmiştir.

Kızılkaya Camii (Gülşehİr): Kitabesine göre 1293 tarihli olan cami, eski adı Arapsun olan Gülşehir'deki Selçuklu dönemine ait yapılardan biridir. Karzaçay Hatun adlı bir kadın tarafından yaptırılmıştır. Onarımlara rağmen özgünlüğünü koruyabilmiş olan bu küçük yapı üç netlidir.

Taş Cami (Gülşehir): Tuzköy'deki bu caminin kitabesi olmadığından hangi tarihte yapıldığı tespit edilememektedir. Enlemesine bir plana sahiptir.


Osmanlı Döneminden Kalanlar

Kaya Camii: 1715 yılında Damat İbrahim Paşa tarafından yaptırılmıştır. Basık kemerli avlu kapısında mermer bir levha üzerine işlenmiş kitabenin metni şair Dürrî tarafından yazılmıştır. Bir dış avlunun ortasındaki yapı, üç bölümlü son cemaat yeri ve tek kubbenin örttüğü bir kare mekândan oluşur. Cami, XIII. yüzyıl İstanbul camilerindeki plastik özellikleri yansıtır. Taş süslemelerde görülen Batılılaşma belirtileri yanında, avlu kapısı üzerine işlenmiş bir lale motifi, bu çiçeğin adıyla anılan dönemi simgelemesi bakımından ilginçtir. (Mülayim, a.g.e. 124)

Aşçıbaşı Camii (Gülşehir): Girişin üstündeki kitabeye göre sarayda aşçıbaşı olan Süleyman Ağa tarafından 1715'te yaptırılmıştır. Uzun dikdörtgen planlı bir camidir.

Adana Yılan Kale - Tarihi Yerler
Yılan Kale Adaan-Ceyhan E5 Karayolu üzerinde Misis ile Ceyhan arasında birdenbire yükselen ovaya hakim bir tepe üzerinde karayolundan 3 km. içeride yer alır. İç Anadolu’ dan gelip Külek Boğazı yoluyla Adana Misis Payas ve Antakya’ dan geçen tarihi ordu ve kervan yolunun üzerinde bulunan Yılan kaleleridağ kaleleri zincirinin ilk halkasıdır.



Yılan Kalesi boyutları ve karmaşık tasarımıyla Ortaçağın en etkileyici askeri yapıları arasındadır. Günümüze olabilecek en sağlam şekliyle ulaşan Yılan Kale yapım karakteri malzemesi ve Ortaçağ Kalesi olması yönüyle Bizans’ a dahil edilmektedir. Korunması kolay düşürülmesi çok güç bir kale olarak bilinen yapının çevresi dıştan 700 m. kadardır ve kale ikişer katlı 8 yuvarlak burçla tahkim edilmiştir. Burçlar ve araları tamamen mazgallı olup bu mazgalların ortaları ateş etmek için delikli bırakılmıştır. Edwards planı üç avluya ayırarak incelemiştir.

Edvvards’ a göre daha alt kısımda bulunan iki avlu güneydoğudaki kanadı korumak amacıyla tasarlanmıştır. Son derece zeki biçimde tasarlanan ve yerleştirilen surlar ile burçlar dik yamaçların da yardımıyla saldırıyı oldukça güçleştirmektedir. Avluların her birinin tek bir giriş kapısı vardır. Üstte kot farkı zeminden biraz daha yükseltili korunaklı bölüme her yönden birer merdivenle ulaşılabilmekte ve her yöne gidiş geliş kolay olmaktadır. Bu kısım en geniş ve yoğun biçimde savunulan birimi oluşturmakta ve garnizona ev görevi yapmaktadır.







En yüksek vede en kuzeydeki birimlerinde sarnıçların büyük bir kısmı ve bir şapel bulunmaktadır. Kalenin güneye bakan bir demir kapısı vardır.




Adana Yılan Kale - Tarihi Yerler


Yılan Kalenin beden duvarları adeta dantel gibi işlenmiştir. Yapı üzerinde Bizans Haçlı ve Ermeni onarımlarına ait duvar kalıntıları göze çarpar. Ermeni onarımları pervaz pencere ve kapı üstü tonozlarında kendini gösterir; bu onarımları belgeleyen bir Ermeni yazıtı da yapı üzerinde mevcuttur.




Adana Yılan Kale - Tarihi Yerler


Halk arasında “Şahmeran Kalesi” diye bilinen kalede Şeyh Meran adında bir kişinin yılan yetiştirip terbiye ettiği kale hakkında söylenen rivayetler arasındadır.
Bu tarihi yapıda kule kapılarından birinin üzerinde insan ve hayvan kabartması yer almaktadır. Ayrıca antik dönem seyyahlarından bazıları kalede Şahmaran ile ilgili bir figürün de olduğundan söz ederler. Edwards bu figürün Ermeni Prensliğinin ilk kralı olan Levon I’ e (1198/99 - 1219) ait olduğunu söyler.




Adana Yılan Kale - Tarihi Yerler


Ovalık Kilikyanın tarih boyunca önemli bir üssü olan Yılan Kale halk arasındaki rivayetlerde ve kayalıklar üzerindeki gözü yukarılara çeken mimarisiyle ovadaki hakimiyetini sürdürmektedir.
a)Hasan Süzer Etnoğrafya Müzesi:
Müze binası ana kaya içine oyulmuş mahsen üzerine üç kattan oluşmaktadır. İkisi anayoldan diğeri ara sokağa açılan üç girişi vardır.
Ön cephedeki işlemeli büyük kapıdan "Hayat" adı verilen avluya, küçük kapıdan ise "Selamlık" denilen bölüme geçilmektedir.
Bina içerisinde Antep savunmasında kullanılan silahlar, savaş araçları, belgeler, kahraman ve şehitlerin fotoğrafları ayrı bir bölümde sergilenmektedir. Müzede yer alan diğer bölümler günlük yaşamdaki fonksiyonlarına göre yörenin eşyası ile donatılmış, mankenlerle teşhire canlılık ve gerçekçilik verilerek geçmiş hayatı günümüzde bizlere sunmaktadır. İlimize gelen yerli ve yabancıların hayranlığını kazanmış bir müzemizdir.

b) Gaziantep Arkeoloji Müzesi:
Şehrin merkezinde gerek ihtişamı ve heybetiyle, gerkese bir sır gibi gizlediği tarihi ile dikkati çeken kale, ilimizin en önemli kültür varlıkları arasında yer alır. Kalenin ne zaman ve kimler tarafından inşa edildiği kesin olarak bilinmemekle beraber, kalkolitik dönemden itibaren iskan edildiği bilinmektedir. Restorasyon çalışmaları devam eden kale , çok istenilmesine rahmen ne yazık ki yabancılar tarafından gezilememektedir.
Müze, neolotik dönemden kemik ve keramik parçaları kalkolotik ve
bronz çağa ilişkin çeşitli eşyaları, figürinleri, Hitit çivi yazılı tabletleri, mühürleri, Urartu, Hitit, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait çeşitli eserleri bünyesinde sergilemektedir.
Yine Belkıs (Zeugma) ören yerinden elde edilen mozaik ve diğer heykeller, mezar taşları gibi eserler Belkıs (Zeugma) salonunda sergilenmektedir.

c)Kurtuluş Müzesi:

Milli mücadeleye yıllarından günümüze kadar gelebilmiş savaş aletlerinin sergilendiği müzemizdir.

GAZİANTEP KALESİ


Şehrin merkezinde gerek ihtişamı ve heybetiyle, gerkese bir sır gibi gizlediği tarihi ile dikkati çeken kale, ilimizin en önemli kültür varlıkları arasında yer alır. Kalenin ne zaman ve kimler tarafından inşa edildiği kesin olarak bilinmemekle beraber, kalkolitik dönemden itibaren iskan edildiği bilinmektedir. Restorasyon çalışmaları devam eden kale , çok istenilmesine rağmen ne yazık ki yabancılar tarafından gezilememektedir.


CAMİLER

Hemen hepsinin yapımında kesme taş kullanılan Gaziantep Camileri plan ve süsleme bakımından farklıdır. Türk Memlukları devrine ait (1357) tarihli Boyacı camii en eski camidir. Yine Osmanlılardan kalan Ömeriye Aliyyünnacar ve Eyyüpoğlu camilerinin orijinal şekilleri Memluklar devrine aittir. Tarihi camilerimizden ilimize gelen yerli ve yabancılar tarafından gezilen yerlerimizdir.

HANLAR ve BEDESTENLER

Hanlar, Gaziantep'e gelen yabancıların mutlaka gezdikleri ve hayran oldukları tarihi yerlerimizdir. Bunlardan Anadolu Hanı ile Güven Hanı restore edilmiştir.Diğer hanlardan gezilebilenler ise ; Tuz Hanı, Millet Hanı, Belediye Hanı, İncioğlu Hanıdır. Binlerce yıldır ticaretle uğraşan kette bir çok çarşı ve bedesten vardır. 1781 tarihinde yaptırılan 5 kapılı, 80 dükkanlı Zincırli Bedesten halen hal olarak kullanılmaktadır. Yine Hicri 1281 yılında yaptırılan 72 dükkanlı Kendirli Bedesten de çarşı olarak kullanılmaktadır.


OYLUM HÖYÜK

Gaziantep - Kilis Karayolu üzerindedir. Kazı çalışmaları devam etmektedir.


DÜLÜK KÖYÜ (Antik Dolichones Kenti)

Gaziantep'in 12 Km Kuzeyinde yer alan Antik Dolichones Kenti, geçmişi tarih öncesi dönemlere uzanan, Palaolitik dönemlerden günümüze kadar iskan görmüş önemli merkezlerden birisidir. Antik Kent Alttaş (Palaolitik), Ortataş (Mezolotik) ve Üsttaş (Neolotik)dönemlerini yaşamış ve Türkiye'de Alttaş devrine ait buluntular , ilk kez burada ele geçmiştir. Buraya sırasıyla Hititler, Asurlar, Persler, Büyük İskender, Selevkoslar, Romalılar , Ermeniler, Haçlılar ve Müslüman Türkler hakim olmuştur. Dolichenos Antik Kent kalıntıları arasında; saray olduğu kabul edilen yapı kalıntıları, Helios Mabedi , dünyanın ilk sayı sistemının duvarlarına uyguladığı söylenen Şarklı (Keber) Mağarası kaya mezarları ve Dülükbaba Tepesini sayabiliriz. Ayrıca Kommange bölgesinde filizlenen ve antik dönemde bir inanç olarak ortaya çıkan , Hititlerin baş tanrısı TEŞUP (JÜPİTER) Dolichenos Kültürü , öncelikle bu bölgede yayılmış, daha sonra Anadolu'yu etkisi altına almıştır. Bu Kült'e Tanrı figürü bir boğa üzerinde ayakta durur vaziyette tasvir edilmiştir. Ellerini havaya kaldırmış, genelde sağ elinde bir çift ağızlı balta sol elinde bir yıldırım demeti tutmaktadır.


KARKAMIŞ

Antik dönemlerde doğunun önemli şehirlerinden birisi olan Karkamış'ın Güneyine düşmektedir. Antik kent günümüzde bir sınır kenti durumundadır. Batıdaki iç kale ve şehir Türkiye hudutlarında dış kale ve dış şehir Suriye hudutları içerisindedir. Kentin önemi antik dönemlerindeki stratejik konumundan kaynaklanmaktadır. Antik kentte birçok ilim adamı tarafından kazı çalışmaları yapılmıştır. İlk defa 1878 yılında İngiltere'nin Halep Konsolosu Seneke tarafından Karkamış' ta hiyeroglif yazılı tabelalar bulunması bir anda ilim camiasını ilgisini çekmiştir.


YESEMEK AÇIK HAVA MÜZESİ

Gaziantep ilinin İslahiye ilçesine bağlı Yesemek köyündedir. Yayınlara "Yesemek Taşocağı ve Heykel Atölyesi" olarak geçen bu sit alanı , Köyün Karatepe denen yamacında yer alır. Bu arazi menekşemsi gri renkte ve son derece kaliteli bir bazalt damarına sahiptir. Dolarit diye de tanınan bu bazalt damarından yararlanmak amacı ile M.Ö.II.binin sonlarına doğru burada bir taş ocağı açılmış ve çıkarılan taş bloklarının işlendiği oldukça büyük bir heykel atölyesi kurulmuştur.
Yesemek ilk defa 1890 yılında Zincirli'de ( Samal ) kazı yapan Felix Von LUSCHAN tarafından keşfedilmiştir. Buradaki sistemli araştırma ve kazı çalışmaları 1958-1961 yılları arasında Prof.Dr. Bahadır ALKIM Başkanlığındaki bir ekip tarafından yürütülmüş ve 200'e yakın heykel taslağı çıkarılmıştır.
Yapılan araştırmalar atölyenin, belgenin Hitit hakimiyetine girdiği ŞUPPİLLULİMA 1. devreye yani M.Ö 1375-1335 tarihleri arasında işletmeye açıldığını ve atölyede bölgenin yerli halkı HURLAR 'ın çalıştığını göstermiştir. Hitit İmparatorluğunun deniz kavimleri tarafından yıkılmasıyla atölyedeki çalışmaların durduğu görülmektedir. Daha sonra Geç Hitit Krallıklarından Şamal ( Zincirli ) Krallığının M.Ö. IX.yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren atölyeyi yeniden faaliyete geçirdiği anlaşılmaktadır. Bu devreye ait yontularda bölgenin karışık siyasi nedeniyle Asur, Hitit ve Aramilerinde eserler üzerinde etkisini izlemek mümkündür. Bir çok devletin sanat özelliklerini taşıyan yontuların bulunması Yesemek Heykel Atölyesinin sanatsal açıdan önemini bir kat daha arttırmaktadır.


RUMKALE

Gaziantep'in Yavuzeli İlçesine bağlı Kasaba köyünde bulunan Rumkale, Fırat Nehri ile Merziman Çayı'nın birleştiği yerde sarp kayalarla örtülü bir tepe üzerinde kurulmuştur. M.Ö. 840 yılında Geç Hitit döneminde yapıldığı tahmin edilmektedir.Hz. İsa'nın Havarileri'nden biri olan Johannes (Yuhenna )' nın Roma döneminde Rumkale'yi merkez yaparak Hristiyanlığın Gaziantep yöresinde yayılmasını sağladığı söylenir.

Yuhenna'nın mezarını kalede bulunduğu sanılmakta ve bu nedenle
Hristiyanlarca kutsal yerlerden sayılmaktadır.Rumkale, bölgedeki kalelerden en büyüğüdür. Görkemli yapısı , tabiat güzellikleri ve tarihi değeriyle gezilmeye değer tarihi eserlerimizden birisidir.
BELKIS HÖYÜK

Nizip'in doğusunda ve 12 km. mesafededir. Halfeti' den Güney'e doğru akan Fırat'a bir kavis çizerek doğuya Birecik 'e yöneldiği yerdedir. Harabe geniş bir yer kaplar. Höyük haline gelmiş olan yüksek bir kalesi vardır. Harabeler arasında Hitit, Asur, Roma, Bizans ve İslam dönemine ait kalıntılar bulunmuştur. Burası Roma ve Bizans dönemlerinin önemli bir yerleşim merkezi olmuştur. Çevrede Nekrapol ve mozaik kalıntıları vardır. Harabelerden çıkarılan eserler , Gaziantep , Ankara , İstanbul, Paris ve Berlin müzelerinde sergilenmiştir.

ANIT MEZARLAR

a ) Hisar Anıt Mezarı

Gaziantep ili Araban İlçesi Hisar Köyünde bulunan günümüze kadar sağlam kalabilmiş orijinal bir yapıdır. Kesme taştan yapılmıştır. Kare bir kaide üzerinde (4x4 metre ) dört köşedeki paye sütunlardan meydana gelen gövde ve bunun üzerinde pramidal külahtan teşekkül etmiştir. Bu külahın üzerinde kronik tipi sütun başlığı mevcuttur. Yaklaşık olarak M.S. 1. yüzyıla tarihlemek mümkündür.

b) Elif Anıt Mezarı
Elif köyündedir. Hisardaki gibi kesme taştan yapılmıştır. Kare planlı yüksek kaide üzerine oturan gövde ve üzerini örten tonozlu bir örtü sisteminden oluşmaktadır.

c) Hasanoğlu Anıt Mezarı
Araban ilçesi Hasanoğlu Köyünde bulunan 3. anıt mezar, büyük tahribatlar geçirmiştir. Kesme taştan inşa edilmiştir. Gövdenin sadece Güney ve Batı yönleri ayakta kalabilmiştir. Bu tür mezarlarda seced kaidenin altından doğrudan toprağa verilmekte veya mumlanarak muhafaza edilmektedir. Kaide kısmına sahte lahit konulmakta ceset ise lahit'in aşağısındaki ölü odasına konulmaktadır

TİLMEN HÖYÜK
İslahiye İlçesinin 10 km. doğusundadır. Bölgenin en büyük höyüklerinden olup , 24 km. yüksekliğindedir. Araştırmalar burasının M.Ö.3000 yılının son döneminde büyük bir şehir olduğunu ortaya çıkarmıştır. Şehir iç ve dış kaleden oluşmaktadır. Duvarları büyük , düzgün kesme taştan yapılmıştır.
Höyüğün Kuzeydoğusunda 8 km yüksekliğinde 17 basamak ve rampayla çıkılan yuvarlak kuleler vardır. Kabartmalı ortostatlarda süslü saray geniş bir alanı kaplamaktadır.Höyükte pek çok araç-gereç,çanak-çömlek ve takılar,eşyalar çıkarılmıştır.Höyükle ilgili belirlenen tarih M.Ö.2000 ile 1000 yılları arasındadır.



Bozcaada’ya yaklaşmaya başladığınız anda karşınızda gelin gibi süzülmeye Bozcaada kalesi. Küçük bir adada böylesine şehvetli bir kalenin olması bizi bir an düşündürmedi değil fakat ada üzerinde gezintiye başladığınız anda ve birkaç yaşlı ile ada hakkında konuşmaya başladığınız anda anlıyorsunuz ki ada geçmişten günümüze zengin bir ada ve bu yüzden ki iyi bir şekilde korunması gerekli. Böylelikle bizi hayrete düşüren bir sorunun cevabını da almış bulunmaktayız.

Yapmış olduğumuz araştırmalara göre Bozcaada kalesinin ilk yapılışı Fenikeliler olarak bilinmektedir. İlerleyen zaman içersinde önce Cenevizliler daha sonrada Venedikler tarafından tadilat görmüş ve yeni bölümler eklenmiştir. Fakat Venedikler adanın komutasını kaybettikleri zaman adayı terk edişleri sırasında Bozcaada kalesine zarar vererek terk etmişlerdir. Venediklerin adadan ayrılmasından sonra son olarak 1815 yılında en geniş kapsalı onarımı görmüş ve günümüze kadar ayakları üzerinde kalmayı başarmıştır.
1996 yılında Ada halkının büyük desteğiyle kale içersinde kurulan etnografya sergisi ve açık hava müzesi mutlaka görmeniz gereken tarihi değerleri sizlere sunmakta. Bozcaada geziniz sırasında mutlaka görmeniz, ziyaret etmeniz gereken bir değerdir Bozcaada kalesi.
Mutlaka tatilinizin veya geziniz bir bölümünü Bozcaada için ayırın emin olun pişman olamayacaksınız.


Artvin’in eski bir yerleşim yeri olduğu bilinmekle beraber, yörede yeterli araştırma yapılmadığından tarih öncesine ait bilgiler yetersizdir. Ancak, çevrede yapılan kazılar ve yol yapımı sırasında ortaya çıkan buluntulardan MÖ.3000’lere kadar inen Tunç Çağına ait bazı yerleşme izleri ile karşılaşılmıştır. İlk yerleşenlerin kimliği konusunda da yeterli bir bilgimiz bulunmamaktadır. Bununla birlikte, Artvin yöresine ilk yerleşenlerin MÖ.2000’lerde Orta Asya’dan gelen Hurriler olduğu bilinmektedir.

Prof Dr. İbrahim Kökten’in Kars civarında ve Çıldır Gölünün karşısına yaptığı kazılarda dolmen ve menhir kalıntıları bulunmuştur. Prof. Kökten,1965’te Kars’ın güneyinde ve Aras nehrinin kuzey kesimindeki Ala Dağın doğu eteğinde Camışlı Köyünün sınırındaki kayalıklarda geyik avcılığı ile ilgili duvar resimleri bulunmuştur. 1933 ve 1955 yıllarında Yusufeli ve Şavşat yörelerinde halkın bulduğu bakır baltaların MÖ 3000-4000 yıllarına ait olduğu sanılmaktadır. Aynı yörede bulunan tunç baltaların 3000-2000 yıllarına ait oldukları bilinmektedir.




Artvin ve çevresi tarih öncesi devirleri cilalı taş devrinden başlayarak bakır-tunç demir devri olarak sırası ile yaşamıştır. MÖ.10.000-8.000 yıllarından kalma cilalı taş çağına ait insan izleri Artvin’de de bu çağlarda insanların yaşamış olduğu izlenimini vermektedir. Bulunan madeni eşyalar ise tarih öncesi devirlerin sırası ile yaşandığını belgelemektedir.

Hitit kralı II. Murşit MÖ.1360 yıllarında Artvin’i ele geçirmiştir. Hurrilerin soyundan gelen Urartular, başkenti Van olan, geliri tarım-hayvancılık-ticarete dayalı Doğu Anadolu merkezli bir devlet kurmuşlardır. Kuzey sınırlarını Artvin’e kadar genişlettiler. Ancak doğudan büyük göçlerle gelen İskitlerin baskısı sonucu yıkılmıştır. Artvin bundan sonra Kafkasya’dan gelen İskitlerin egemenliği altında kalmıştır. İskitler, Artvin’i ele geçirerek, askeri üs olarak kullanmaya başlamışlardır.


İskitlerden sonra, Arsaklar adı verilen bir sülale Artvin’e egemen olmuştur. Şaman dinine bağlı olan bu sülale MS. 350’li yıllarda Bizans etkisinde kalarak Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir. Böylece Bizans yöreye dini anlamda da hakim olmuştur. MS.575 yılında Pers Kralı I. Darius Bizans’a saldırmış, bundan yararlanan Hazar Türküleri Çoruh boylarına egemen olmuşlardır. Hz.Osman döneminde İslam orduları kumandana Mesleme Oğlu Habib, Bizans’ı yenerek Şavşat-Ardanuç-Artvin’i ele geçirmiştir. Emeviler döneminde Hazarlar ile birleşen Artvin halkı Arap ordularına karşı direnmişse de 786’da Abbasi Halifesi Harun Reşit Çoruh bölgesini başkent Bağdat’a bağlamıştır. 853-1023 Artvin’de Bagratlar ve Sac isimli Abbasilere bağlı iki beylik kurulmuştur. Bunlardan Sac emirliği yıkılınca Artvin yeniden Bizans’ın eline geçmiştir. 1040 Dandanakan Savaşında Gaznelileri yenen Selçuklular, 1048 Pasinler savaşı ile Artvin sınırına kadar gelmişlerdir. Alparslan 1064’te Gürcistan seferine çıkarak Çoruh boylarını ele geçirmiş, .Alparslan’ın ölümünden sonra Bizans’tan yardım alan Gürcü Kralı Gorgi Artvin’i tekrar ele geçirmişse de 1081’de Melikşah’a yenilince, Melikşah’ın desteği ile Çoruh’uda içine alan Erzurum-Bayburt –Kars merkezli Saltukoğlu Beyliği kurulmuştur. Bundan böyle Asya’dan gelen Türkler Artvin’de yaygınlaşmıştır.


Büyük Selçuklu Devletinin yıkılışından sonra Artvin bir süre Atabeyliğine bağlanmış, 1263’te Kubilay Artvin’i ele geçirerek bu yöreyi İlhanlı topraklarına katmıştır. 1458-1463-1466 yılları arasında Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan Çoruh boylarına üç sefer düzenlemişse de Osmanlı hükümdarı Fatih Sultan Mehmed’e Oltukbeli Savaşında yenilince, yöre 1502’de Safavilerin eline geçmiştir.

Artvin İlinin Osmanlı yönetimine geçtiği evrelere ait belgeler yeterli değildir. Bununla beraber, Fatih Sultan Mehmed’in Trabzon Rum Devletini yıkarak Karadeniz bölgesinin sahil kıyısını Artvin İlinin kıyı kesiminden itibaren ele geçirdiği bilinmektedir. Bu esnada Artvin-Yusufeli-Ardanuç-Borçka Çıldır Atabeyliğinin elinde bulunuyordu. Yavuz Sultan Selim Trabzon valisiyken Gürcistan’a yaptığı seferde Batum’un güneybatısında bulunan Güney Kalesini ele geçirmiştir. 13 Haziran 1551’de Ardanuç Kalesini de fetheden Erzurum Beylerbeyi İskender Paşa bu bölgeyi de Osmanlı ülkesine katmıştır.


Artvin ve çevresi Çıldır eyaleti ile birlikte yaklaşık 250 yıl Osmanlı Devletinin egemenliğinde kalmıştır. 1828 Osmanlı Rus savaşı ve savaş sonucu imzalanan Edirne Anlaşması ile Ahıska Osmanlı elinden çıkınca, Osmanlılar Çıldır eyaletinin bir kısmını kaybetmişler, yalnızca Artv

Kızıl Kule

Kızıl Kulenin içinden geniş açıyla kızılkuleye ve kaleye bakışAlaaddin Keykubat 1221 yılında Alanya'yı fethettikten sonra öncelikle Türk Deniz Hakimiyetinin en büyük sembolü olan Alanya Kalesinin gerdanlığı Kızılkule'yi yaptırmak için Kettanizade EburRahaoğlu Halepli Ebu Ali'yi görevlendirir. Ebu Ali o devirde kale ve kule yapımında son derece uzman bir kişidir. 1215 yılında Sinop Kalesinide o yapmıştır. Alaaddin Keykubatın Alanya'yı fethinden 5 yıl sonra Kızıl Kule'nin yapımı tamamlanır. Kızılkule 8 köşeli 5 katlı en doğu yönündeki yerden yüksekliği 33 m. batı cephesindeki yerden yüksek­liği ise 30 m. dir. Kendi muhteşemliği ve büyük­lüğünün yanı sıra askeri konu­mundan dolayı giriş kapısı o nisbette küçüktür. Her kim girerse (çocuklar hariç) başını eğmeden geçemez. Kızıl Kuleye göre devede kulak misali bu kapıdan içeri girdiğimizde sizi güler yüzle karşılayan Müze görevlisinden rica ederek Kızıl Kule'nin kocaman kilidini görmeyi ihmal etmeyiniz. Birinci kat Alanya ve yöresinden toplanan Etnoğrafik eserlerden oluşan bir Müze görünümündedir. Birinci katta Kule'nin tam ortasında yine Kule gibi sekizgen şeklinde dördüncü kata kadar yükselen Kule'nin omurgasını oluşturan aynı zamanda askerlerin su ihtiyacını karşılayacak olan sarnıç görevini üstlenmektedir.

Kızıl Kulenin Birinci kat gezilip yükseklikleri o zamanki askerlere göre yapılmış sayıları 87'ye ulaşan yüksek merdiven basamaklarından diğer kat­lara doğru yol alalım. Her katın kendine has özelliği vardır, kimileri ok atmak için, kimileri harp zamanında kızgın yağların döküldüğü mazgal delikleriyle süslenmiştir. Dördüncü kata çıktığınızda koca­man bir boşluk, boşluğun tam ortasında zemin kattan beri yükse­len sarnıcın (su kuyusunun) ağzını görürsünüz. Bu kattaki boşlukta senenin muayyen günlerinde açılan sanatsal sergiler açılmaktadır. Bu kattan sonra son kat olan beşinci kata çıkıp Kule etrafında 360 derece dönüp güzel Alanya'yı doya doya seyredebilirsiniz. Kule'den Kale'ye açılan bir kapı vardır. Eskilerde bu kapıdan çıkıp iç Kalede bulunan Sultan Sarayına kadar emniyet içinde dar bir yolla burçların arasından gidilebiliyordu.
Kızıl Kule GörünümBu yıl Müze Müdürlüğü taraf ından yapılan bir çalışma yla yine bu kapıdan ilerleyerek çevreyi en iyi bir şekilde gözleyebilirsiniz. Şimdi gelelim Kızıl Kule üzerinde değişik yerlerde bulunan kitabelere: Küçük giriş kapısının sağ üst bölümü nde 50x50 ebadındaki küçük kitabe­de aynen şöyle yazılıdır. "Bunu Kettanizade Ebür Rahaoğlu Halep'li Ebu Ali yaptı. "Tanrı kendisini yarılgasın". Aşağı yukarı bu kitabeyide inceledikten sonra kulenin güney tarafına düşen yüksekçe bir yerinde yine som mermer üzerine yazılmış bir kitabe daha göreceğiz. Selçuklu sülüsü ile yazılı bu kitabenin Türkçesi aynen şöyledir. " Bu mübarek burcun yapılmasını efendimiz büyük sultan, ulu şehin şah, ümmetlerin hakimi, cihan sultanlarının sultanı, Allah'ın kullarının muhafazacısı, tanrı beldelerinin hamisi, din ve dünyanın yücesi, islamın ve müslüman-ların yardımcısı, alemlerde adaletin dirilteni, mazlumları zalimlerden ayıran yerlerde tanrının gölgesi, kahredici devletin celali, galip devletin medetçisi, adalet ve insafın dirilticisi, kara ve iki denizin sul­tanı,insücinin sığınağı, doğu ve batının koruyucusu, Selçuk ailesinin tacı, Meliklerin ve sultanların efendisi, fatih babası, emirül mü'minin burhanı, Kılıçarslanın oğlu, Kızıl Kule İçiKeyhüsrevzade Keykubat Tanrı saltanatını muhallet etsin emretti " Şimdi gelenlerin göremedikleri iki kitabe daha var, aslında bu kitabeleriide görmek mümkün, Kule'nin kuzey yönüne dolaşıp başınızı yukarı kaldırırsanız görmeniz mümkün olabilir. Bu kitabenin Türkçeside aynen şöyledir " Bu mübarek burcun yapılmasını 623 yılı (1226) Rebiülahırının (ay takviminin 4. ayı, küçük mevlit ayı) başında mevlamız yüce sultanı, büyük padişah, Ümmetlerin hakimi, karanın ve denizin sultanı, din ve düny anın alisi, kılıçarslanzade keyhüsrevin oğlu fetih babası emirül mü' minin burhanı keykubat emretti. "Tanrı saltan atını muhallet eylesin". Dördüncü Kitabenin de kuzey yönde 5. kat seviyesinde olduğunu görebilirsiniz. Kale'ye açılan bir kapı vardır. Eskilerde bu kapıdan çıkıp iç Kalede bulunan Sultan Sarayına kadar emniyet içinde dar bir yolla burçların arasından gidilebiliyordu.
Kızıl Kule Gece Geçen yıllarda Müze Müdürlüğü taraf ından yapılan bir çalışma yla yine bu kapıdan ilerleyerek çevreyi en iyi bir şekilde gözleyebilirsiniz. Şimdi gelelim Kule üzerinde değişik yerlerde bulunan kitabelere: Küçük giriş kapısının sağ üst bölümü nde 50x50 ebadındaki küçük kitabe­de aynen şöyle yazılıdır. "Bunu Kettanizade Ebür Rahaoğlu Halep'li Ebu Ali yaptı. Tanrı kendisini yarılgasın.
Aşağı yukarı bu kitabeyide inceledikten sonra kulenin güney tarafına düşen yüksekçe bir yerinde yine som mermer üzerine yazılmış bir kitabe daha göreceğiz. Selçuklu sülüsü ile yazılı bu kitabenin Türkçesi aynen şöyledir. " Bu mübarek burcun yapılmasını efendimiz büyük sultan, ulu şehin şah, ümmetlerin hakimi, cihan sultanlarının sultanı, Allah'ın kullarının muhafazacısı, tanrı beldelerinin hamisi, din ve dünyanın yücesi, islamın ve müslüman-ların yardımcısı, alemlerde adaletin dirilteni, mazlumları zalimlerden ayıran yerlerde tanrının gölgesi, kahredici devletin celali, galip devletin medetçisi, adalet ve insafın dirilticisi, kara ve iki denizin sul­tanı,insücinin sığınağı, doğu ve batının koruyucusu, Selçuk ailesinin tacı, Kızıl Kule ve Atatürk BüstüMeliklerin ve sultanların efendisi, fatih babası, emirül mü'minin burhanı, Kılıçarslanın oğlu, Keyhüsrevzade Keykubat Tanrı saltanatını muhallet etsin emretti " Şimdi gelenlerin göremedikleri iki kitabe daha var, aslında bu kitabelerinde görmek mümkün, Kule'nin kuzey yönüne dolaşıp başınızı yukarı kaldırırsanız görmeniz mümkün olabilir. Bu kitabenin Türkçesi de aynen şöyledir " Bu mübarek burcun yapılmasını 623 yılı (1226) Rebiülahırının (ay takviminin 4. ayı, küçük mevlit ayı) başında mevlamız yüce sultanı, büyük padişah, Ümmetlerin hakimi, karanın ve denizin sultanı, din ve düny anın alisi, kılıçarslanzade keyhüsrevin oğlu fetih babası emirül mü' minin burhanı keykubat emretti. Tanrı saltan atını muhallet eylesin.
Dördüncü Kitabenin de kuzey yönde 5. kat seviyesinde olduğunu görebilirsiniz. Kızılkule 1948 yılına gelinceye kadar doğa şartları ile mücadele etmiş, ancak tuğla ile örülmüş kısımların erimesinden çok büyük hasara uğramıştır. Zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in büyük ilgisini çekip restore ettirilerek bu günkü halini almıştır.
Alanya Kalesi ile ilgili olarak; M.Ö. 224 ve M.Ö 188 yılları arasında bütün Kilikya Büyük Antiochus tarafından istila edildiği halde, Coracesium'un kuşatılması ve alınmasının zorluğu nedeniyle, istiklalini muhafaza etmiştir. Hatta Coracesium Suriye Krallığına kafa tutacak kadar ileri gidince, denize açılıp o zamanlarda kolay kazanç yolu olan korsanlığa başlıyorlar. Bu dönemde Coracesium istiklalini muhafaza etmekle beraber, Yunan Medeniyetinin tesiri altında kalmıştır. Buna örnek olarak ta Syedra Kalesi çokça kilise mıntıkasında bulu­nan fallüs ve göz yaşı çanakları bu düşünceyi doğrulamaktadır.Coracesium , Tryphon adlı bir korsan reisinin elinde çevresine korku saçan bir yer haline gelmiştir, Hatta bu korsan reisi,kendisini daha da güçlendirmek için şimdiki Kalenin Uçaktan GörünüşüArap Evliyasının bulunduğu yerden Ehmedek'e kadar olan kısmına harçsız iri taşlarla kalın bir duvar çekmiştir. Bu azılı korsan reisi şimdiki Kızlar Yarığı veya Korsanlar Mağarası dediğimiz bu tabii mağarayı soygun deposu olarak kullanmıştır. Ayrıca şimdiki Damlataş Mağarası ile Belediye Sarayı arasını yardırarak, Alanya Kalesini Coracesium'u bir ada haline getirdiği rivayet edilmektedir. Denizden ve karadan zor ulaşabilirliği nedeniyle tarih boyunca devamlı yerleşime uğramış olan Alanya Kalesi; Anadolu'yu süsleyen yüzlerce kaleden bugün ayakta kalabilmiş, en iyi korunmuş olanlarından birisidir.

Kale 6500 metreyi bulan dış sur uzunluğu, içindeki 400'e yakın sarnıcı, 140'ı bulan burçları, yazıtlı kapıları ile Selçuklu sanatını en iyi yansıtan, Selçuklunun görkemliliğini gözler önüne seren bir açık hava müzesi gibidir.Alanya Kalesinin surları, Kızılkule'den başlayarak, planlı bir şekilde Ehmedek, İçkale, Adam Atacağı, Cilvarda Burnu üstü, Arap Evliyası Burcu ve Esat Burcu'na inerek Tophane ve Tersane'yi geçip başladığı yer olan Kızılkule'de son bulur. Kalenin ilk iskân tarihi Hellenistik Döneme kadar inse de gerçek anlamda Selçuklular tarafından tüm görkemliği ile abidevi hale getirilmiştir. Kalenin, içkale olarak adlandırılan ve yarımadanın batı köşesinin en yüksek yerinde kurulmuş olan alanın denizden yüksekliği Dinekten Alanya Kalesi Görünümü200-250 metreyi bulmaktadır. İdari ve askeri örgütlenmenin merkezi olması nedeniyle dört yönden dayanıklı surlarla çevrilmiştir. İçkalenin orta kısmında yer alan tuğladan yapılmış iki adet Selçuklu Devri su sarnıcı bugün de işlevini sürdürmektedir. İçkaledeki başlıca yapılar batı hariç diğer cephelerde kale duvarlarının içine dayandırılarak inşa edilmiştir. Son yıllarda Türk bilim adamlarınca, güneydoğu köşeye doğru uzanan büyük yapı grubunda arkeolojik kazılar yapılmaktadır. Son bulgular burasının sultan sarayı olabileceğini göstermektedir. Ayrıca Alanya Kalesinde, 1985 yılında yapılan yüzey araştırması ve bu eserlerin yakından incelenmesine takiben, 1986 yılında, İçkale'nin güney-doğu bölümünde yer alan ve çeşitli yayınlarda "Selçuklu Sarayı" diye de anılan harabenin aydınlatması amacıyla ilk arkeolojik kazılara başlanmıştı. 1987 yılındaki ikinci .kazıda, X., XI., XII. ve XI. plankarelerini ihtiva eden ve kazısı yapılmadan önce yüzeyden yaklaşık 2,5 - 3 m. Kadar bir yüksekliğe varan toprak yığını ile dolu durumdaki saha da ele alınmış; kazısı yapıldıktan sonra, burada;yaklaşık 9.15 metre x 4.80 metre ölçülerinde dikdörtgen planlı bir yapının temel kalıntısı ile söz-konusu yapının mimari elemanlarına ait kalıntılar ortaya çıkartılmış; bu arada, hayli tahrip olmuş bir vaziyette, çoğunluğu sıraltı ve lüster tekniğinde yıldız ve haçvari çiniler olmak üzere, ayrıca düz turkuvaz sırlı dikdörtgen levha çiniler ve daha az sayıda da çini mozaik, fresk, cam ve seramik parçalarından oluşan çeşitli küçük buluntular da ele geçirilmişti.
Kale Burçuİçkalede bugün gezerken görebileceğiniz diğer yapı grubunun da, askerî amaçlı kışla, yatakhane ve depo olabileceği sanılmaktadır. İçkalenin yaklaşık ortasına isabet eden yerde küçük bir Bizans Kilisesi göze çarpmaktadır ki, bu da kalenin inşa edildiği tarihten çok önceleri de kullanılmakta olduğunu kanıtlamaktadır. Ayrıca kilisenin günümüze değin kalabilmesi, Selçukluların farklı dinden olanlara ve onların tapınma yerlerine gösterdikleri bir saygının da kanıtı olup bu bağlamda daha fazla korunması gereken yapılardandır. Yonca yaprağı planlıdır. Yuvarlak kemerli pencereler ve sağır nişlerden oluşan geniş kasnak merkezi kubbeyi çevrelemektedir. Kilisenin fresklerle süslü olduğu bugün kalan izlerden belli olmaktadır. Mimarî özelliklerden dolayı XI.yüzyıla tarihlenmektedir. Alaaddin Keykubat, kaleyle bütünleşen birçok anıtsal yapılar da yaptırmıştır. Selçuklu sanatının eşsiz örneklerinden biri olan Kızılkule, kaleyle bütünlük sağlayan, plan ve ihtişamı ile Alanya'nın simgesi durumundadır. Limanı sürekli denetim altında tutmak amacıyla yapılmış olup çapı zeminde 29 metre, yüksekliği 33 metreyi bulmaktadır. Sekizgen planlıdır. 1226 yılında yapıldığı bilinen kulenin mimarî kuzey yönündeki yazıtta Halep'li Ebu Ali olarak geçmektedir. Kulenin güneyindeki yedi satırlık yazıtta ise Sultan A. Keykubat övücü vasıflarla yüceltilmektedir.
Kale içindeki Aya Yorgi Kilisesiİnşa sırasında Antik Çağa ait devşirme malzemeden yararlanılmıştır. Her bir yüzdeki mazgallar, gözetleme pencereleri, düşmana zift ve kaynar su dökmeye yarayan önleri peçeli delikler yapıya ayrı bir güzellik verirler. Selçukluların Akdeniz'le ilk tanışmalarını simgeleyen Tersane de Alanya Kalesi'nin bütünlüğü içerisinde tüm görkemliği ile sağlam bir şekilde durmaktadır. Beş tonozlu bölmeden ibaret olan yapı yaklaşık 57 metre uzunluğunda, 40 metre derinliğindedir. Giriş kapısındaki yazıt Sultan'ın armasını taşımakta olup rozetlerle süslüdür. Kapının sağ tarafında küçük bir oda yer almakta olup bu oda kimi bilim adamlarına göre mescit olarak kullanılmış kimilerine göre depo olarak değerlendirilmiştir. Kapının sonundaki odanın ise Tersane'e görevli memurlar için düzenlendiği sanılmaktadır. Selçuklular Sinop'tan sonra ikinci deniz üssü niteliğindeki bu Tersane ile Akdeniz'e açılmışlar, hatta bu tersane ile Alaaddin Keykubat "İki Denizin Sultanı" ünvanını almıştır. Yapım tarihi 1227'dir. Tersaneyi güvence altına almak amacıyla yapılmış olduğu sanılan Tophane 14 x 12 metre ölçülerinde iki katlı dikdörtgen bir plan göstermektedir. Bu yapı da Sultan A. Keykubat'ın eseridir. Zamana Karşı koymasını bilen Alanya Kalesi yıpranan ve dökülen bölümleri için 1955 yılında onarılmış ve daha da sağlamlaştırılmıştır.
Alanya Kalesine ziyareti özel araçlarınızla veya Ticari taksilerle yapa bilirsiniz. Bunun yanında Kuyularönü Camii önünden kalkan otobüslerle, Atatürk caddesinden geçerek Damlataş mağarasının üstündeki yoldan ilerleyerek çıkabilirsiniz. Dış kaleye giriş ücretsiz. İç kaleye giriş 2007 Yılında 5 YTL idi.

18 Şubat 2011 Cuma


Isparta''nın ilkçağlardaki tarihi, öncelikle Pisidia bölgesinin genel tarihi akışı içinde ele alınmalıdır. Gerçekte, Isparta ve çevresinde Hititlere ait bazı eserlerin ele geçirilmiş oluşu, bu bölgedeki Hitit hakimiyetine işaret ederse de, Isparta''nın bu devirlerdeki şehir tarihini, tam anlamıyla açıklığa kavuşturmak mümkün değildir.




Tarihi dönemlerde Hitit egemenliği altındaki bu bölgeye daha sonra İyonlar ve Lidyalılar hakim olmuşlardır. M.Ö. 546 tarihinde Perslerin, Lidya Devletini yenmesi ve Anadolu''ya hakim olmaları ile Isparta, Perslerin üstünlüğünü kabul etmek zorunda kalmıştır.



Büyük İskender, M.Ö.333 yılında Lidya''yı alarak tarihi Asya seferine başladı. Önce Sagalassus’u alan İskender, daha sonra Dinar’a geçerek Pisidia''nın tamamını ülkesine bağlamış oldu.

Pisidia, İskender İmparatorluğunun parçalanması ile Seleukos''ların hissesine düştü. Daha sonra da Bergama Krallığına bağlandı. Bu Krallığın M.Ö.II.yy’da yıkılmasını izleyen günlerde, Romalılar Anadolu''yu ele geçirmiş oldular.



Ağlasun’un eski önemini kaybetmesinden sonra Isparta, Pisidia Piskoposluğunun (Daha sonra Rum Metropolitliğinin) Merkezi haline geldi.

Roma yönetiminin ikiye ayrılması üzerine Isparta ve çevresi Doğu Roma İmparatorluğuna bağlanmış oldu.

TARİH ÖNCESİ DÖNEMLERDE ISPARTA




Yörenin yerleşme tarihi paleolitik dönemle başlamaktadır. 1944 yılında Şevket Aziz Kansu döneminde yapılan incelemeler sonucunda, Bozanönü Ovasının ortasında bulunan Kapıini Mağarası, üst paleolitik eserleri vermektedir. Keçiborlu’nun Gümüşgün (Baladız) yakınlarında Prof. Louis’in yaptığı kazılarda, Mezolitik çağına ait “Mikrolit” adı verilen çakmak taşlarına rastlanmıştır.



Tarih öncesi çağın üçüncü dönemi, neolotik devri olmuştur. Bu devire ait Yeniköy (Ş.Karaağaç) Höyüğündeki buluntular bunu doğrulamaktadır. Toprak Tol Höyüğü ve Köşktepe’de rastlanan küp mezarlar ile ele geçen başka buluntular, Isparta’daki yerleşimin Kalkolotik dönemde de var olduğunu göstermektedir. Kalkolotik dönem sonrası Tunç Kültürleri, Pisidia ovasında oldukça yaygın bir biçimde gözlenebilir.



Erzincan;
ADININ KAYNAĞI
Kuruluş tarihi kesin olarak bilinmiyor.Asur kaynaklarında geçen Zuhma (Suhma), yörenin bilinen en eski adıdır. Erzincan adının Eriza'dan geldiği sanılmaktadır. Eriza adı Selçuklu'larca Erzincan olarak kullanılmış, daha sonra da Erzincan biçimini almıştır.
Bir söylentiye göre de Aziriz'den gelmektedir. Selçuklu'lar Aziriz adını çok beğenmiş ve buna "Rahmet yağarsa can Aziriz can" rahmet yağmazsa "Yan Aziriz yan" biçiminde bir tekerleme söylenmiş, bu tekerlemedeki Aziriz zaman içinde, Erzincan biçimini almıştır

İLİN COĞRAFİ KONUMU
Erzincan ili dünya haritası üzerinde 39 45' 12" kuzey enlemleri ile 40 46'30" doğu boylamları arasında yer almaktadır.

Türkiye'nin Doğu Anadolu Bölgesinde, bölgenin Yukarı Fırat bölümünde yer alan Erzincan'ı, Doğusunda Erzurum, batısında Sivas, güneyinde Tunceli, güneydoğusunda Bingöl, güneybatısında Elazığ-Malatya, kuzeyde Gümüşhane-Bayburt ve kuzeybatıda Giresun illeri çevreler. Fırat nehri kollarından Karasu'nun geçtiği ilin yeryüzü şekillerini, güney sınırında Munzur Dağları, kuzey sınırında Keşiş Dağları ile bu dağlar arasında yer alan Karasu vadisi boyunca uzanan iki ova ve boğazlar belirlemektedir.

11.903 km2'lik alana sahip olan Erzincan'ın, merkezle birlikte 9 ilçe,16 bucak ve 553 köyü bulunmaktadır. 1990 sayımına göre ilin nüfusu ise 299.251'dir. Karasal iklime sahip olan Erzincan'ın, Doğu Anadolu'daki Malatya-Elazığ illeri hariç, diğer illerden daha ılıman bir iklimi vardır. Yıllık sıcaklık ortalaması 10.7 lik bir değere sahip olan ilin yıllık yağış ortalaması 344 mm dir.

ERZİNCAN'IN KISA TARİHÇESİ
Erzincan'ın ilkçağ tarihi hakkında bilgi bulunmayıp, ikinci bin yılda yörede Hurriler, Hayaşılar ve Azziler'in yaşadığı bilinmektedir. M.Ö. 1850-1180 yıllarında yöre Hititlerin egemenliğinde kalmıştır.

M.Ö. 900 yıllarında kurulan Urartu Devleti sınırları işinde kalan Erzincan'da kazılar (1953) sonucu Urartulara ait bir çok eser çıkarılmıştır.

Medler'in Anadolu'yu istilası sonucu ortadan kalkan (M.Ö. 600) Urartulardan sonra İl ve çevresi Medlerin (M.Ö. 612) ve Perslerin (M.Ö. 550) eline geçmiştir. İskenderin Pers İmparatorluğunu ele geçirmesiyle (366) Anadolu Makedonyalıların hakimiyetine girdi. İran ve Bizans arasında sürekli savaşlara sahne olan Erzincan, Halife Hz. Osman zamanında (35/655) tümüyle Müslümanların yönetimine geçmiştir. 1071 Malazgirt zaferinden sonra, Anadolu'nun Türklerin eline geçmesiyle, Mengücek Ahmet Gazi bölgeyi hakimiyeti altına almıştır. 1243'deki Kösedağ Savaşında Moğolların Selçukluları yenmesiyle, yöre İlhanlıların eline geçer. 1419'da Karakoyunlular'ın, 1455 de Akkoyunlular'ın hakim olduğu bölge, 11 Ağustos 1473'de Fatih ile Uzun Hasan arasında çıkan Otlukbeli Savaşı ile Osmanlıların denetimine geçti.

1502'de Safevi tahtına geçen Şah İsmail'in karargah yaptığı Erzincan, 23 Ağustos 1514 yılında Yavuz Sultan Selim ile Safeviler arasında yapılan Çaldıran savaşı ile tekrar Osmanlı yönetimine geçirilmiştir.

Urartu dönemine ait şehir kalıntısı olan Altıntepe Erzincan-Erzurum yolu üzerinde ve ile 15 km. uzaklıktadır. Altıntepe de tapınak-saray, sütunlu kabul salonu, açık hava tapınağı, depo binası ve üç adet mezar bulunmaktadır. Yeraltındaki mezar odalarının bulunmasıyla Urartular hakkında geniş bilgi edinilmiştir. Kazılarda MÖ. 8. yüzyıla ait fildişi ve madeni eşyalar, kalkan ve miğferler, seramikler, duvar resimleri gibi eserler elde edilmiştir. Bu eserler, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenmektedir.







TERZİBABA TÜRBESİ
Asıl adı Muhammed Vehbi olan Terzibaba, 1779-1848 yıllarında yaşamıştır. Mesleği terzilik olduğundan, "Terzibaba" adıyla anılmıştır. Tasavvufi konuları içeren "Kenzil Fütuh" adlı bir eserleri mevcuttur. Beldenin manevi mimarı Terzibaba'nın mezarı, kendi adıyla anılan şehir mezarlığının içindedir. Kutsal bir manevi kişiliğe sahip olan Terzibaba'nın türbesi, halk tarafından ziyaret edilmektedir.

MELİKGAZİ TÜRBESİ
Halk arasında "Sultan Melek" olarak adlandırılan türbe, Kemah ilçesinin girişindedir.Sekizgen plan üzerine altlı-üstlü olarak inşa edilmiş olan türbenin alt katında, 1071-1228 yılları arasında Kemah'a egemen olan Selçuklulara bağlı Mengücek Beyliği döneminde yaşayan Sultan Melik'in mumyası ve 5 tane mezar bulunmaktadır.

MAMAHATUN TÜRBESİ
Tercan ilçemizdeki Mamahatun Türbesi, Saltuklu egemenliği dönemine ait olup,1192 yılında ölen Mamahatun için yaptırılmıştır.
Anadolu mimarisi içinde tek örnek olan yapı, ortada ana kümbet ve çevresindeki dairesel duvarı ile iki bölümden oluşmaktadır. Kapısı üzerindeki kitabede Ahlat'lı Ebu'l-Nema bin Mutafattal'ın eseri olduğu yazılıdır.

MAMAHATUN KERVANSARAYI
Planı Ve mimari özellikleri itibariyle 12. yüzyılın sonlarında yapıldığı sanılan Kervansaray, Tercan ilçemizde bulunmaktadır.Osmanlı kent Hanları planında olan yapı; sarımsı renkte düzgün blok taştandır.Çevre duvarları 16 yarım kuleyle desteklenmiştir. Sivri kemerli taç kapısı, girişin sağ ve solunda depo bölümü, ortada avlu, kuzey ve güneyinde uzun odalar ile bir dizi hücrelerden oluşmaktadır.

GÜLABİBEY CAMİİ
Kemah ilçe merkezinde bulunan camiinin girişinde yer alan kitabesinde, 1454 yılında Gülabibey tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Camii, günümüzde halen kullanılmaktadır.

GÜLABİBEY HAMAMI
Camii ile aynı dönemde yapılan Hamamın; soğukluk, sıcaklık ve külhan bölümleri vardır.

ERZİNCAN KALESİ
Kalenin yapılış tarihi bilinmemektedir. 1939 yılındaki depremde büyük hasara uğrayan kalenin, giriş kapısının bir bölümü ile erzak deposu olduğu sanılan kısmı ve bir duvar kalıntısı günümüze gelebilmiştir.

ÇADIRKAYA KALESİ
Tercan ilçesi Çadırkaya beldesinde bulunan kale, 100 m. yüksekliğindeki doğal kayalardan oluşturulmuş olup, kayaya oyulmuş odalar, sarnıçlar ve merdivenlerden meydana getirilmiştir.

KEMAH KALESİ
Anadolu'nun en eski ve tabii kalelerinden biri olan Kemah Kalesinin kuruluşu Hitit-Urartu dönemine kadar uzanmaktadır. Sarp kayalar üzerine kurulu olan kalenin iç içe iki kapısı vardır. Çevresi surlarla çevrili olan kalenin, çeşitli savaşlara sahne olduğundan yapılarının bir kısmı tahrip olmuştur.

ÇADIRCI HAMAMI
Sağlam bir yapıda olan Çadırcı Hamamı'nın 955/1670 tarihlerini taşıyan iki kitabesi bulunmaktadır. 19. Yüzyılın başında yenilendiği sanılan Çadırcı Hamamı, dört eyvanlı ve halvetli şemaya göre yapılmıştır.

NAFİZ PAŞA HAMAMI
1878 yılında Nafiz Paşa tarafından yaptırılan hamam, klasik Osmanlı hamamlarının planını yansıtmaktadır

ABRENK KİLİSESİ
Tercan ilçesinin Üçpınar köyü yakınlarında bulunan kilisenin giriş kapısı üzerinde 1854 tarihi geçmektedir. Kilise iIe birlikte bir Şapel ve iki tane de dikili taş bulunmaktadır. Bu taşlar, mimarisi ve bezemesiyle dikkat çekip, Xll. yüzyıldan sonra Selçuklu Prensi Nasurettin dönemiyle tarihlenen kitabeler taşırlar.







KÜMBETLER
Kemah ilçe merkezinde, Mengücek Beyliği dönemine ait olan Tugay Hatun Kümbeti, Gözcü Baba kümbeti, Vidilli Baba kümbeti... bulunmaktadır.

OTLUKBELİ GÖLÜ
Otlukbeli Gölü, Otlukbeli ilçe merkezinin 6 km· kuzeybatısındadır. Göl, traverten seddi (maden sularının oluşturduğu traverten seddi) gölü olup, oluşumu halen devam etmektedir. Göl suyu, çevresindeki maden suları karıştığı, dere tarafından beslendiği ve ayağı olduğu için tatlıdır.Otlukbeli gölünün asıl özelliği; çanağının ve oluşumunun, göl türleri içerisinde günümüze kadar bilinenlerin içinde dünyada tek tip oluşudur."Doğal Anıt" olarak nitelendirilen Otlukbeli Gölü, doğal sit alanı ilan edilerek, koruma altına alınmıştır.

AYGIR GÖLÜ
Keşiş dağları üzerinde bulunan Aygır Gölü, tabiat güzelliğinin yanısıra, krater gölü özelliğine de olan piknik ve mesire yeridir.

SOĞUK SULAR
Kemah ilçemizdeki bu mesire yerlerinin özelliği her yıl Haziran ayında çıkan ve Ağustos ayı sonlarında kaybolan, beyaz köpüklü soğuk sularıdır.

KAPLICA
Ekşisu yakınındaki kaplıca, 33 derecelik sıcaklığa sahip olup, 12 adet kapalı havuzu bulunmaktadır. Kaplıca suyunun romatizma, cilt, damar sertliği ve kalp hastalıklarına iyi geldiği bilinmektedir.

KAPLICA
Ekşisu yakınındaki kaplıca, 33 derecelik sıcaklığa sahip olup, 12 adet kapalı havuzu bulunmaktadır. Kaplıca suyunun romatizma, cilt, damar sertliği ve kalp hastalıklarına iyi geldiği bilinmektedir.

GİRLEVİK ŞELALESİ
Erzincan'ın 30 km. güneydoğusunda, Çağlayan nahiyesinde bulunan Şelale, doğal güzellikleri ve dinlenme yerleri ile ilgi çekmektedir. Şelalenin hemen yanı başında, doğayla iç içe piknik yapılabilmektedir. Yakınındaki lokantalarda bulunan üretme havuzlarında yetiştirilen alabalık ve özel olarak hazırlanan ızgara tavukla, yerli ve yabancı turistlere hizmet verilmektedir. ŞELALENİN DONMUŞ HALİ İÇİN TIKLAYIN>>>

BEY TAHTI
İlimizin 12 km. güneybatısında bulunan Beytahtı, Karasu ırmağı kıyısında, kaynak ve akarsuların yanısıra bol yeşilliği olan güzel bir dinlenme yeridir.

IŞIKPINAR (MESİRE YERİ)
İlin kuzeybatısında, 5 km. uzaklıkta bulunan Işıkpınar köyü, bol suyu, yeşilliği ve gazinoları ile ideal bir gezinti ve dinlenme yeridir.

MECİDİYE PİKNİK ALANI
İlimizin 20 km. kuzeyinde bulunan Mecidiye Orman içi dinlenme alanı, yaz aylarında halkın sürekli uğradığı kamp ve mesire yeridir.

DUMANLI YAYLALARI
Refahiye ilçesinin batısında, Soğuk göze ve Karaçam mevkiileri arasında yer almaktadır. 2000 m. Yüksekliği olan Dumanlı Yaylaları genellikle çam ormanı ile kaplıdır. Tatil ve dinlenme yeri olarak kullanılan yayla, doğal güzelliği, havası, soğuk suları, kamp imkanları ile hizmet vermektedir.

DAĞCILIK
İlimizde, yaklaşık % 60'lık bir alanı dağlar oluşturmaktadır. Önemli dağ zirvelerinden bazıları şunlardır; Coşan Dağı 3976 m., Ergan Dağı 3256 m., Munzur Dağı 3449 m., Mülpet Dağı 3065 m.Yaz ve Kış turizmi açısından çeşitlilik sunan dağlarımız, özellikle dağcılık sporu olan doğa yürüyüşü için ideal alanlardır.

YILDIRIM AKBULUT TESİSLERİ
Akbulut Kayak Tesisleri, Refahiye ilçesinin Sakaltutan mevkiinde ile 42 km. uzaklıkta bulunmaktadır. Tek yıldızlı, ikinci sınıf lokanta niteliğine sahip olan tesis, 24 oda, 5 suit, 66 yatak, 140 kişilik lokanta kapasitesini içermektedir. 2200 m. yüksekliği olan kayak merkezinde 5 adet pist olup teleski kapasitesi 150 kişiliktir. Kar yönünden zengin olan Sakaltutan mevkiindeki tesis, dinlenme ve oyun salonu, saunası, Amerikan barı, zengin mutfağı ve yan üniteleriyle yaz ve kış turizmine hizmet vermektedir.

RAFTİNG
Fırat Nehri'nin en önemli iki kolundan biri olan ve ilimizin hemen hemen tüm ilçelerinden geçen Kara su üzerinde, Rafting sporu amatörce yapılmaktadır.Büyük-engebeli alanlardan oluşan Karasu Havzası, su sporları için oldukça elverişli özelliklere sahiptir.

AV TURİZMİ
Doğal yapısı itibariyle av kaynakları ve av türü bakımından zengin olan ilimiz, alabalık, yaban keçisi, çengelboynuzlu keçileri, ayı, domuz, porsuk, sansar, vaşak, su samuru, toy, tavşan, keklik, yaban ördeği, çulluk gibi av hayvanları ile av turizmine hizmet etmektedir.

İlimizde bakır el sanatlarının başlangıcı çok eskiye dayanmaktadır. Hamam tası ve sabunluk satımıyla başlayan bakırcılık daha sonra gelişerek seri imalat olarak sürdürülmektedir. Bakırcılığın cazip hale gelmesiyle ve turistik süs eşyalarının da üretimine başlanmıştır.

Vazo, şekerlik, hamamtası, aplik, semaver, mumluk, duvar saati, çay-kahve takımları vb. süs eşyaları yapılmakta olup, önceleri kullanılan nikel kaplama yerine boyanarak el işçiliği ile işlenip, yurt içi ve yurt dışına pazarlanmaktadır.

ERZİNCAN'IN İLÇELERİNE UZAKLIĞI
Üzümlü : 23 km.
Tercan : 96 km.
Refahiye : 71 km.
Otlukbeli : 140 km.
Kemaliye : 141 km.
Kemah : 49 km.
İliç : 115 km.
Çayırlı : 113 km. ÖNEMLİ GÜNLER Mahalli Kutlama Günleri:Atatürk'ün Erzincan'a Gelişi 1 Temmuz
Festivaller:Bal Festivali Refahiye 5-6 Ağustos
Panayırlar:Kuzu Kırkımı Koçgar (Kemah) 2 Ağustos
Kurtuluş Günleri:Erzincan'ın Kurtuluşu 13 şubat


Erzincan Genel Bir Görüntü;